Şiirlenelim
By Hedablida
ŞiirlenelimDec 01, 2022
Harry Potter (XX)- J.K Rowling
Son ve en güçlü koruyucusu da ölmüştü. Ve şimdi, her zamankinden çok daha yalnızdı.
Hepsinin halinde, en yakınlarının beklenmedik bir felaketi karşısında bile insanlarda her zaman görülen garip bir sevinç duygusu vardı. Ama kafasında en kötü senaryoyu tasarlamaya çalışmakla, bunu bir başkasının ağzından duymak arasında çok büyük fark vardı.
Birini kaybetmenin en kötü yanı buydu: Normalde onunla paylaşacağınız tüm duyguları ve düşünceleri saklayacak bir yer bulmak.
Belki yüzüncü kere kendi kendine, ''bunu düşünme'' dedi…Ve şimdi Hogwarts'ta korkunç şeyler olmak üzere, belki de şimdiden oluyor.
Belki de duyduğu sihirli bir ses değildi. Belki ait olduğu dünyadan en ufak bir temas işaretini bile büyük bir hevesle beklediğinden, tamamen sıradan gürültüleri fazla büyütüyordu.
Ama başka hiç kimsenin duymadığı sesler duymak hayra alamet değildir. Büyücüler dünyasında bile.
Ama Harry'nin döne döne yükselen merdiveni çıkarken tek düşündüğü şey, buraya döndüğüne ne kadar memnun olduğuydu. İçinde beş tane dört direkli karyola bulunan, bildik, daire biçimindeki yatakhaneler. Ve etrafa bakan Harry, sonunda evinde olduğunu hissetti.
İnsan ancak böyle yolculuk yapmalı, diye düşündü Harry. Sıcak, parlak güneş ışığıyla dolu, torpido gözünde koca bir karamela paketi olan bir arabayla, kar gibi bulut kıvrımları ve kulelerinin yanından geçerek.
Şatonun çevresindeki topraklara yaz çöküyordu. Hem gök, hem de göl maviye dönmüş, seralarda lahana büyüklüğünde çiçekler açmaya başlamıştı. Ama Harry, şatonun penceresinden bakıp da, ayaklarının dibinde Fang’le dolaşan Hagrid’i görmedikçe bu manzaradan keyif alamıyordu.
Hermione, -"Teyzenle enişten gurur duyacaklar ama, değil mi?" dedi. "Yani bu yıl yaptıklarını duyunca."
Bağırsa daha iyi olurdu. Harry onun sesindeki hayal kırıklığından nefret etti.
"Gurur duymak mı?" dedi Harry. "Ölmem için o kadar fırsat çıkmışken ve ben bunu başaramamışken mi? Sinirden çılgına dönecekler..."
Tek istediğiniz annenizle babanızın geri gelip size sarılmasıysa, sadece içinizde yaşayan bir anne babaya sahip olmak hiç kolay değildir.
-"İlk kurbanlar hep en suçsuz olanlardır," dedi. Hermonie. "Geçmiş çağlarda da öyleydi, şimdi de öyle."
Ve birden bir şey duydu. Ölen mumların damlamasından ve Lockhart'ın hayranları hakkındaki gevezeliğinden farklı bir şey.
Bir sesti. İnsanın iliğini kemiğini donduran bir ses. Soluk kesici, buz gibi soğuk bir zehir içeren bir ses.
"Gel... Gel bana... Deşeyim seni... Parçalayayım seni... Öldüreyim seni..."
Gene karşısına çıkmıştı işte: Neye inanacağını seçmek. O hakikati istiyordu. Niye herkes ona ulaşamaması konusunda bu kadar kararlıydı ki?
Aslında istediği ve kendi kendine itiraf etmeye neredeyse utandığı şey – anne ya da baba gibi bir şeydi. Kendini bir aptal gibi hissetmeden akıl danışabileceği yetişkin bir büyücü, onunla ilgilenen biri, Kara Büyü deneyimi olan biri...
-''Yani dün gece gerçekten de babanı gördün, Harry...Onu kendi içinde buldun.''
Harry acıya ve yaralara yabancı sayılmazdı.
Adı Ölüm. O gölge bir başrol.
Başka bir dünya. Gerçekten ait olduğu bir dünya görmüştü bir kere.
-''Tıpkı annen gibi son derece naziksin. Ne yazık ki, insanlar bu özelliğinin kıymetini bilmeyecektir. Masum olayları bile kendi lehine kullananlar vardır Potter. Bütün duygularını bir yana bırak...Düşün Potter...Mutlu bir şey...''
Ama içinde hiç mutluluk kalmamıştı ki...
Dinle Küçük Adam (5)- Wilhelm Reich
Seni bu dünyada gezdirmek istiyorum, Küçük adam. Şimdi ve geçmişte. Londra'da, Berlin'de, ''halk iradesinin temsilcisi'' olarak. Bir inancın inananı olarak. Nesin ve neydin, sana göstermek istiyorum. Kendini her yerde bulabilir ve her yerde tanıyabilirsin. İster Fransız ol, ister Alman. Yeter ki, kendi yüzüne bakacak cesaretin olsun.
Seni yaşadım, seninle yaşadım, seni içimde yaşadım.
Senin "Tanrı" diye adlandırdığın şeyin gerçekten var olduğunu biliyorum. Ama senin sandığından başka türlü: Uzaylarda kozmik enerji olarak. Bedeninde sevgi olarak. Ve kendi içinde ve dışında doğayı duyumsaman olarak.
Bulunduğun yerde sen neysen osun. Yaşamın boyunca kuru büroda, hesap makinesinin ya da çizim sehpasının başında ya da evliliğin deli gömleği içinde ya da okulda çocuklardan nefret eden öğretmen.
Artık Büyük adamı yalnızlığa ittikten sonra, ona ne yaptığını unuttun. Hemen yeni bir saçmalık konuştun, yeni bir alçaklık yaptın, onu tekrar derinden yaraladın. Sen unutursun. Ama Büyük insanın özelliğindendir unutmamak. Kin gütmemek. Senin niçin böyle bayağı davrandığını anlamaya çalışmak. Bu da senin için yabancı, biliyorum.
Ama inan bana: İstersen, yüz kez, bin kez, milyon kez acı ver, onulmaz yaralar aç, yaptığın adi kötülüğün ardından o an ne yaptığını bilmesen de, Büyük insan, yaptığın kötülüklerin vicdan azabını senin yerine çeker. Bunlar büyük şeyler olduğu için değil, tersine, küçüklükler olduğu için.
Bir gelişmen yok. Yeni bir düşünce olanağın yok. Çünkü sen hep aldın ve hiç vermedin. Sen yalnızca bir başkasının tastamam hazırlayıp önüne koyduğunu kaşıkladın.
Hayatı koruyacağına, yüzyıllar boyu kan akıtacaksın. Kendi cellâtlarına yardım ederek özgürlüğü kuracağını hayal edeceksin. Sonuç olarak söylendikçe, içinde bulunduğun bataklıktan hiçbir zaman çıkamayacaksın. Yüzyıllar boyu yalancı bir pehlivan gibi güreşeceksin. Ve ne zaman hayat, senin hayatın senden bir şey isterse, kör ve sağır kesileceksin. Çünkü küçük adam, sen hayattan korkuyorsun, hem de çok korkuyorsun.
Ama anlamadığım şey, bataklıktan çıkmak için bunca çile çektikten sonra, niçin hep daha berbat bir bataklığın içine gömüldüğün.
Seni hayal kırıklığına uğratınca, eşini karalamaya, kötü niyetli komşunun hoşuna gitmiyor diye, çocuğuna eziyet etmeye, arkadaşını aldatmaya, iyi yürekliyle alay edip onu sömürmeye, verilen yerde almaya, talep edilen yerde vermeye, ama sevgiyle verilen yerde hiç vermemeye, düşene ya da düşmek üzere olana bir tekme de sen vurmaya, doğrunun söyleneceği yerde yalan söylemeye ve yalanı değil de doğruyu kovuşturmaya.
Sen kendini hep kovuşturanların safında buluyorsun, küçük adam.
Bağlılığı «duygusallık» ya da «küçük-kentsoylu alışkanlığı» olarak nitelendiriyorsun. Başarılara karşı saygılı olmayıysa, kölece bir el-etek öpme sayıyorsun. Saygısızlık göstermen gereken yerde el-etek öptüğünden, bağlılık göstermen gereken yerde nankörlük ettiğinden haberin bile yok.
Yaşamın ne zaman iyi ve güvende olacak, diye soruyorsun, Küçük adam. Bunun yanıtı senin özüne yabancı:
Hayat güvenlikten, sevgi paradan, özgürlük parti ya da kamu görüşünden daha önemli olduğu zaman, yaşamın iyi ve güvende olacak. Düşüncen, duygularınla çelişki halinde değil de, uyum içinde etkili olduğu zaman.
Milyonların Küçük adamı, bir zerre sorumluluk taşısan, dünya başka olurdu.Ve büyük dostların, küçüklükler yüzünden ölmezlerdi.
Direnmekten korkuyorsun. Yükseklikten ve derinlikten korkuyorsun.
Mutluluğu arıyor ama güvenliği seçiyorsun!
Kendi saygınlığın içinde gizlenirken bile, ruhunun derinliğinde kendini aşağılıyorsun.
Hakikatin, ele geçirilemeyecek bir yer olan aynada sana sunulmasını istiyorsun.
Bilgi insanı ''umut'' a götürür, sen bunu anlamıyorsun. Umutlu birisi olmak istiyorsun, ama başkalarına umut vermiyorsun.
Seninle alay ediliyor ve sen buna diğerleri ile birlikte kahkahalarla gülüyorsun.
Kendi kendinle alay edenin yine kendin olduğunu bile bilmiyorsun küçük adam.
Kendinden kaçma. Kendine bakacak cesaretliliği göster!
Suçtur Umutsuzluğa Kapılmak- Cezmi Ersöz
''Kimi sevsem tıpkı hayat gibidir...
Eksiktir,
Henüz hazır değildir,
İstenmeden de olsa çok acımasız,
Ve sıradandır.
Ben ne kadar hazırsam bütünlüğe ve tamamlanmışlığa ,
O, o kadar umursamazdır ki eksikliğine.
O, o kadar aldırmazdır ki, çekiciliğinin ardındaki boşluklarına...''
Bronz 2- Özge Naz/ Pop H'art-Küçük İskender/ Küfrüm Aşar Edebimi- Nursen Yıldırım
Bir varmış
Bir yokmuş
Masallar hep böyle başlarmış
Ayrılık:
Bir tür isyan
Sabırsız!
Bir tür, ihtilal olma tutkusu
Yine
Yürümek bir tür ayaksız
Bir tür, ayaksız ayağa kalkma arzusu!
Ayrılık:
Düşün ki:
Bir tür, sonbahardır
Düşlerin vardır
Yağmursuz,
Öamursuz ıslanmak,
Kirlenmek biçiminde!
Bekledim
Çok bekledim
Her girdiğim karanlıktan, birinin beni çekip kurtarmasını bekledim
Ama kimse beni kurtarmadı
Ne gelen vardı
Ne giden
Bana kalbim yok gibi davranıyorlar anne.
Kalbimi kırıyorlar
Ölüyorum anne
Görmüyor musun?
Görmedin hiç
Neden görmedin?
Bende bir fotoğrafın var
O bile yüzüme bakmıyor
Eğer beni görseydin, böyle olmazdı
Beni gör diye çırpınmaz,
Kendimi parçalamaz
Kendimden vazgeçmezdim
Herkes bir şey olmak isterken, ben hiç olmak istedim
Ne bir adım vardı
Ne de bir soyadım
Elimde hiçbir şeyim yoktu
Kimseydim,
Kimsesizdim
Kimliksizdim
Oysa umut vardı,
Hülya vardı,
Düş vardı
Şimdi, uykudadır dudakların
Ellerin, çekilmeyi bekleyen tetikler gibidir
Kalbim, iyi bir bestekar ama, kötü bir yorumcudur
Beni tanıyor muydun?
Sanmıyorum
Hakkımda açıklama yapılmamıştı daha
Kutsal kitaplarda,
Kutsal metinlerde esamem okunmuyordu
Peki, sana hiç mi dokunmuyordu yalnızlığım?
Görüyorsun
Gün geliyor bütün sevdalar kirleniyor
Bütün gökler,
Bütün balerinler,
Bütün nilüferler
Hatta beyazlar da...
Gel bana ne olur diyemem
Geldiğinde beni bende bulabilir misin,
Onu da bilemem
Ben seni seçerdim
Yüz yaşamda,
Yüz dünyada,
Gerçekliğin herhangi bir versiyonunda da seni bulur,
Seni seçerdim
Ben şimdi kalkıp gel desem sana,
Hangi sıradan ölü tenezzül edecek bu çağrıya?
Lütfen peşin hükümleri bırak!
Göğe bak!
Görüyorsun
Şu mavi
Ve hayat, bizi içine alamayacak kadar ufak...
Beni karanlıkta bırakan ilk kişi değilsin
Ama önümdeki çiti aşmayacağım
Çiti yalnızca parçalayacağım.
Sana sitemler yağdırarak iyileşemem
Biliyorum
Ama yalandan ağlanmaz His
Yananlar ağlarlar
Evet
Hepimizin hayatında bir tını eksik
Ne olduğunu keşfedemediğimiz,
Diplerden gelen bir patlamaya eşlik eden bir tını eksik
Gitme
Çünkü kaybolmuş gibi hissediyorum sen gidince
Eksiliyorum
Bilemiyorum ellerimi nereye koyacağımı
Boğazım düğümleniyor, yutkunamıyorum.
Çünkü bir ağrı saplanıyor ciğerlerime,
Dayanamıyorum
Beni hiç anlamadın
Anlamayacaksın
Aslında o kadar farklı değiliz
Farklı bakıyoruz sadece
Farklı düşünüyoruz
Senin sözde doğruların var
Benim kalpte yanlışlarım
Senin gitmeyen korkuların var
Benim bitmeyen duygularım
Senin uzun kahvaltıların var
Benimse yetmeyen duygularım
Sen bir ömür sonrasında yaşıyorsun
Ben bir saat öncesinde
Sen hayata koşuyorsun
Ben hayatın gölgesinde
Öyle ki,
Bir adım mesafe bile gurbet oluyor işte
Aksi sana bildirilinceye dek,
Gözyaşlarına güveniyorum hâlâ
Çözemediğimiz,
Çözemeden yaşadığımız,
Bir anlamda katlandığımız tutkuların haklılığını kanıtlayan şey'lere güveniyorum ben
Gel
Sadece çok istiyorum
Çalıkuşu (Ben bakarım! İçime bakar gibi bakarım. Kalabalıktan korkar gibi bakarım...)
İlk zamanlarda kendimi fırtınadan sonra, harap tarlasını seyretmeye giden çiftçiye benzetiyordum. Geçirdiğim fırtınanın ruhumda neleri yakıp yıktığını yeis ile gِrüyordum.
Başımdan bir iki gençlik macerası geçmemiş değildi. Fakat bunlar süreksiz hevesler, gelip geçici gِnül eğlenceleri kabilinden şeylerdi. Hiçbiri kalbimi yorup yıpratamamıştı.
ضzellikle akşam üstleri gayriihtiyari insanın omuzlarına bir ağırlık çِküyor ortalık kararıyor:
"Bir gün daha geçti. Bu hep bِyle mi geçecek?" diye mahzun bir düşünceye kapılıyor
Bu düşüncenin bazen derinleştiği, gece yarılarına kadar devam ettiği de oluyor.
Ben denizi derin derin yaşayan,
Daima gülen,
Sِyleyen,
Dinleyen,
Darılan bir şey gibi tanır,
Ve severdim.
Halbuki bu gece sular bana çaresi,
Tesellisi olmayan büyük bir yalnızlık gibi gِründü.
Küçüklüğünde sevilmeyen, okşanmayan, nazını çekecek kimse bulamayan bir çocukta,
İnce ve güzel hislerin doğmasına nasıl imkân tasavvur edilir?
Öyle sanıyorum ki,
Kudret, yalnız güzel simaları değil,
Güzel toprakları,
Güzel denizleri de, insana gizli gِnül azapları versin diye yaratmış
Ben bakarım
Uzaklarda kalmış bütün yalnızlıklarım toplanıp gelmiş de, beni yanlarına çağırıyormuş gibi
bakarım
Ben bakarım.
İçime bakar gibi bakarım
Kalabalıktan korkar gibi bakarım. Selvilerle konuşur gibi bakarım. Bütün ayrılıklardan geriye kalmış ağıtlar gibi bakarım...
Ve binlerce gün,
Ve binlerce kez,
Karanlık, sarmaşık gibi dolanır çitlere. Kınalara, akçaağaçlara.
Gecenin sonunda, uykudayken olgunlaşır bir başak
Mağlubum
Fakat düşmanla gِğüs gِğüse çarpıştıktan,
Son kurşununu attıktan sonra, yere serilen bir asker gibi mağlubum
Hatıralar gariptir:
En umulmazları yaşar,
En kuvvetli gِrünenleri, olduğu gibi silinip gider
Hangi ümide sarılsam elimde kalıyor,
Neyi seversem ِlüyor
Sevdayı kalpte doğup ِlen bir şey diye ِğretiyorlar
Sevdanın kalple hiçbir alakası yok
Sevda yalnız dudaklarda doğup yaşadıkça bir saadet olur.
Onun dudaktan kalbe zehir gibi işlemesine izin vermemeli
Ben ısrarla senin bahçende büyümek isteyen bir papatya olacağım.
Susuz kalsam da, büyümek için uğraşacağım...
Özet Görüntüler- İbrahim Tenekeci
Herkesin uzağında,
O ışıksız evlerde
Kapı altından giren soğuk gibisin,
Birdenbire basar gibi boşluğa
Kar üstünde yürümek zordur
Bilirsin
Herkesin korunduğu bu limonlukta, bir sandalye çektim zor günlerin altına
Ey ölüm!
Kim direnebilir bir bandonun ritmine?
Ne kalır geriye bir okul çıkışından?
Bugün dalgınım, dün de dalgındım
Aç bile değildim aynaya bakmasaydım
Mutluyum, çünkü galip gelmedim
Mutluyum
Çünkü galip gelseydim, Madalyam olacaktı- yüreği kangren yapan
Ve bir gururum, kendini okşatan.
Mutluyum
Çünkü yenilmeseydim,
''Ey hırs! Ben senin ürkek ülkenim.'' Diye bitmeyecekti şiirim.
Gidenleri öp benim için
Çünkü benim ceylan bakışlı bir kırlangıçtan bile mahçup ruhum var.
Buruk bir ömrü yaşasa da bedenim,
Mutluyum...
Çünkü hâlâ, kılıçtan utanan bir boynum var.
Mutluyum...
Çünkü kötümser, yalnız tüneli görür. İyimser, tünelin sonundaki ışığı görür. Gerçekçi, tünelle birlikte hem ışığı hem de gelecek treni görür.
Allah biliyor ya,
Benim şaşkınlığım sizinkine benzemez
Hayrete düşürür beni umursamadığınız şeyler
Mesela ırmağa binen balık
Güneşi sırtında taşıyan dağ
Ve peribacaları...
Ayçiçekleri
Hayrete düşürür beni.
Merakım da sizinkine benzemez
Şöyle seslenirim bazen:
''Yağmurkuşu, bana bir şeyler söyle!
Deli ırmak ne fısıldar denize?
Savaşım da benzemez savaşınıza
Yalın kalem
Dayanırım kelam kapılarına
Ya simmurga ya morga, farketmez.
Ve korkum....O da sizinkine benzemez
Saflar sıklaştıkça korkarım
Anlaşılmaktan korkarım
Düşlerimden korkarım
Üstelik kırmızı ışıkta cam silen çocukları,
Şoförlerden sakınmak zorundayım...
Cemil Meriç'ten Lamia Hanım'a Mektuplar 17-18
''...Sanki hiç buluşmamışız gibiyiz. Hasret, maddi bir acı gibi içime işliyor. Islak, öldürücü, yakıcı, üşütücü bir yalnızlık. Ayrılalı kaç saat oldlu? Asırlardan beri ayrı gibiyim. Her geçen saat, yaşamak sevincinden bir parçasını alıp götürüyor. Hayatımın eridiğini, azaldığını, hisseder gibiyim. Seni unutmak...''
Korkma Ben Varım (Bildiğim bir şey varsa, talih ve talihsizlik aynı kuyudaki iki kovadır.)- Murat Menteş
''Her defasında ayaküstü laflıyoruz. Konuşurken gözlerimin içine bakıyor.
Gerçi isterim ki, bu hileli aşk oyunlarına hiç lüzum kalmasın. Müntekim, benim onu aç karnına sevdiğim gibi sevsin beni. Midesi aşkla kasılacağına, kalbi aşkla çarpsın. Fakat ne çare...Aşk yalnızca sağlam vücutlu ve tok karınların mı tekelinde? Yalvarırım ''hayır'' deyin!
Omzuna dokundum. Durdu. Çöle düşen ilk yağmur damlasını duymanın heyecanı içindeyim. Dönüyor. Baharı fetheden ordunun sancağı gibi dalgalanan elbisesi karşısında hazır ola geçiyorum. Gözleri, zamanın başlangıç gecesi kadar derin. Artık kainatın hiçbir yerinde emniyette değilim.
Daha ilk buluşmamızda, iki yıla kadar ya evli ya da ölü bir adam olacağımı fark etmiştim.
Zirveye yeni yağmış kar kadar güzeldi. Ve bana karşı çığ gibi büyüyen bir öfkeden başka bir şey hissetmiyordu. Bildiğim bir şey varsa, bir çığın ortalama hızı saatte 180 km'nin üzerindedir.
Filmlerde görürdüm, fakat bir gün gerçeğine rastlayacağımı hiç ummazdım. Kafamın içinde bir bulut peyda olmuştu. Yongalarla dolu çürük bir çuval gibi dağılıyordum. Kemiklerimin içerisinde zehirli karıncalar yürüyordu.
Babama, gökten inen canavar sürüsüne karşı beni korumasını söylemeliyim. Yalan söylerken nefesi kesilenlerdenim: ''Haftasonu uğrasam baba, olur mu?''
-''Sen 25 yaşındayken daha dürüsttün evlat. Anlat bana, bir derdin mi var? Biri canını mı sıktı, kız meselesi mi?''
''Hayır. Sadece selam vermek için aradım. Senin şefkat dolu şüpheciliğini özlemişim.'' Şu cümlenin uğursuzluk raddesindeki yapmacıklığına bakar mısınız! Bildiğim bir şey varsa, bir erkek, babasıyla nasıl konuşacağını ölünceye kadar öğrenemez. Hangi ölünceye kadar? İşte onu bilmiyorum. Henüz.
O gün anladım ki, avarelik büyük bir konsantrasyon gerektiriyor.
''Benim burada ne işim var?'' diye düşündüğünüz oldu mu hiç? Bir labirentin içindeymişsiniz ve kaybolduğunuzdan eminmişsiniz gibi?
Bildiğim bir şey varsa, talih ve talihsizlik aynı kuyudaki iki kovadır. Onu karşımda gördüğüm anda, hayatımın en kötü dönemini geride bıraktığımı anladım.
Dilimin ucuna bir milyon farklı söz geliyor fakat hepsi de anlamsız.
Şebnemle çorba içmeye oturacağız. Bana çorba yapmış. Cennet bahçesinde rehabilitasyon. Şebnem kaşığıyla çorbanın içindeki mercimek dilimlerini avlıyor. Ona bakarken, sanki içimde tavuk taşıyan bir kamyon uçurumdan aşağı yuvarlanıyor.
''Hava ne güzel değil mi?'' diye gıdaklıyorum.
-''Evet.'' diyor. ''Bazı 22 Kasımlar böyle güneşli olur.''
Çorbadan bir kaşık alırken, hayatım boyunca denk geldiğim otuz civarında 22 Kasım'a hiç dikkat etmediğime yanıyorum.
-''22 Kasım 1963'te, Dallas'ta gökyüzü bulutsuz, hava ılıktı.'' diyor. ''Kırk üç yaşında ABD Başkanı John Fitzgerald Kennedy ve eşi Jacqueline, üstü açık bir Lincoln'deydiler. Halk, başkanı görebilmek için sağına soluna yığılmıştı. Kennedy ayağı kalkmış, korteje el sallıyordu. Tam o sırada başına isabet eden bir kurşun, kafatasını parçaladı.''
Şebnem'e göre taihi kavramak ve sevmek, onun düpedüz hayat olduğunu görmekle mümkündü. Asırlar evvel ölöüş kimselerin canları, tarihçilere emanetti. Zamanı, şimdiyi, tarihten ayırmamak gerekiyordu. Şebnem'in söyledikleri, kulağımın pasını silen felsefi bir çocuk şarkısına benziyordu. Çok önemsediği, hayatına anlam kazandıran düşüncelerini bana anlatıyordu. Gururlanıyordum.
Bildiğim bir şey varsa,
Onun sevgisini kazanmak, hayatımda aldığım en büyük mükafattı. Canıma can katmıştı.
Bildiğim bir şey varsa,
Yapacak çok şeyim yok, seni incitmemek dışında.
Ve öğrenmemen için, elimden gelmeyenleri de yapacağım.
Korkma. Kaygılanma Şebnem. Sen oldukça, ben de varım. Kimse bunu değiştiremez.
Kimse beni etkileyemez.
Korkma, ben varım.
Yağmur Kaçağı- Attila İlhan/ Kayıp Kentin Yakışıklısı- Yılmaz Erdoğan/ Arayış- Mehmet Yıldız/Şiir Alayı- Can Yücel
Bu yağmurlar böyle yorgun yağıyorlar
Bu rüzgarlar
Bu ışıklar böyle birden sönüyorlar
Ümitlerini güvercinler gibi uçmuş
Gemilerin kayboldukları yerde kaybetmiş
Sonra durdum öyle biraz
Kırmızı koltuk eskiyene kadar oturdum
Bu bakır tadı
Bu bakışlar
Hepsi,
Hayat böyle
Duygu dolu düşler her zaman gerçekleşmiyor
Umut diri kalmıyor
İnsanlar güçten düşebiliyor,
Çaresiz kalabiliyor
Ümitlerini yitirebiliyor
Hepsi insan işi
Hepsi,
Hepsi insan işi....
Sonra
Yağmur oldu, yağdı zaman
Dünyayı yedi bitirdi
Hayat dedim adına
Hiç durmadan devam etti
Kum gibi…
Kum gibi aktı gitti.
Başına buyruk
Çıldırmış gibi
Hırs atını yıldızlara doğru sürmüşüz
Mesafeleri ölçüyorüz
Yeni yıldızlar keşfediyorsun da,
"Kendini" keşfedemiyorsun...
Yıllar sonra anladım ki,
Ruhlarına yakın gelmeyen tüm davranışlara tuhaflık diyor insanlar
Anlatacak çok şey var
Ama anladım ki, insan doğru yolda yürürse yol eninde sonunda onu hedefine ulaştırıyor
Anladım ki, onları ne okumak ne de anlatmak yetiyor
Anlamlarını anlamak için yaşamak ve yaşatmak gerekiyor
O menzile de ancak fedakârlık ile gidiliyor
Anladım ki, iki farklı hayatı tek noktada birleştirmenin başlangıcı,
Bizim o doğruyu yapmamızla başlıyor
Her şeyimiz, dünya öyle istedi diye!
Biz öyle yaptık diye!
Işığı anlayalım derim
Aydan,
Yıldızdan
Ve güneşten
Işığı bilsin derim vücudum,
Etim,
Kemiğim ve aklım
Çırılçıplak
Yeniden doğmuş gibi
Her şeyi yeniden koklamak
Ve düşünmek her şeyi yeniden
İlk sevdiğin zamanki kadar
Meçhul
Ve güzel sevdiklerin
Işığın altında çünkü her şey yenidir
20 Yaşıma Mektup...(19)
''Yüreğin terk edilmiş olabilir.
Kıymeti bilinmemiş olabilir.
Anlaşılmamış olabilir.
Ve hatta artık aşktan ürkmüş de olabilir.
Peki, onun gibi sen de mi yalnız bırakacaksın sol yanını?
Yoksa daha bir sıkı mı sarılacaksın kendine?
Hiçbir zaman yeni ufuklara açılmak için geç değildir.''
''Ben olsam utanırdım biliyor musun? Ben olsam yemin olsun utanırdım. Senin ettiğini ben etseydim, Ve kafamı koyduğum yastık başımı ağrıtmasaydı, yastıktan bile utanırdım.''
Çok sevmenin sevgisizliğine uğradım ben
Feda ettim her şeyi bağlanmak korkusu uğruna
Kalırsan sel basar yataklarımı
Gidersen uçurum çiçekleri açar kalbimde
Susuyorum,
Ölülerim uyuyor kalbimde
Geçsin istiyorum zaman
Mümkün olduğunda hızlı
Her şey olacağına varsın
Ben de öleceksem eğer,
Bu belirsizlik artık bitsin
Ben de öleceğime varayım
Çöl geçer
Çöl durur
Çöl yaratılır yeniden
Çok uzaklarda değil
İçimizin iklimi kuma bakar
Suları çekilen kumlara bakar
Anlarsın sen de
Uzun bir susmadır başkasındaki ölüm
Aniden olmadı
Birikti
Yavaş yavaş doldu
Taştı sonunda
Ben olsam utanırdım biliyor musun?
Ben olsam yemin olsun utanırdım
Senin ettiğini ben etseydim,
Ve kafamı koyduğum yastık başımı ağrıtmasaydı,
Yastıktan bile utanırdım
Sen hiç mi?
Cevabı ömür süren bir soru bıraktım sana
Çünkü senin ayıklanmamış duyguların avucunda
Benimse kalbim rehin bir cellat mezadında
Tedirginim aslında
Seni unutuyor olmak,
Hafızamı milyon kez zorlamama rağmen,
Yüzünü hatırlayamamak korkutuyor beni
Gel diye beklemiyorum artık
Hatta istemiyorum gelmeni
Ara sıra aklıma geliyorsun
Bana ne diyorum
Benim derdim yeter bana
Alıştım mı yokluğuna?
Vaz mı geçiyorum varlığından?
Tedirginim aslında
Ya başkasını seversem?
İnan o zaman seni hayatım boyunca affetmem
Kendi kopardığım çığın altında kalıyorum
Şimdi kalıntılarımın arasında başka biriymiş gibi dolaşıyorum
Çünkü bilmiyorum hala bazı şeylerin gerçek yerini
Çünkü hatırlayınca,
Başımın içinden geçiyormuş gibi olan şeyler, genellikle göğsümle boğazım arasında bir yeri
acıtıyor
Yumru diyorlar
Nasıl iyi olunur henüz öğrenemedim
Sana baktığım gibi baktım ağaçlara,
Çimene;
Ağaç,
Bana senin baktığın gibi değil
Ağaç, bana ağaç gibi,
Çimen, bana çimen gibi baktı
Eskisi gibi değil burası sensiz
Sen kırıldığın yerden bir kapı araladın bana
Bir kapı
İttirsem ardına dek açılacak
Ama ikimizi birden sığdıramam odana
Bana zor
Sana yazık
Ben düşünmeye başlayınca seni,
İnan ki, dağlar, taşlar,
İnan ki, bulutlar,
İnan ki, yağmur kar ve toprakla
Onlar da benimle birlikte
Ve onlar da benim kadar seni düşünürler
Bu sözleri söyledim sana
Ama daha o gün anlamalıydım
Benim bir kalmışlığım, durmuşluğum vardır zaten
Bir taş nasıl ağrır bir katılıkta?
Bu dünyada isteyip alamamak nedir?
Benden anlayın
Hep böyle kaldım dünyanın karşısında
Durmadan duran...
Eskisi Kadar Özlemiyorum Seni- Özdemir Asaf/ Sevgi Duvarı- Can Yücel/ Soğuk Kazı- Birhan Keskin
Tutunamayanlar (XIX)- Oğuz Atay/ Stasis- Yücel Kayıran/ Uçurumda Bir Gömü- Mustafa Uçurum/ Mecalis-i Seb'a- Mevlana
Ben geldim
Sana seni anlatmaya
Artık elimden mi tutarsın,
Ardımdan mı gelirsin,
Yoksa kanatlarına tutunduğum kuşların bir tüyünden de sen mi tutarsın,
Orasını gönlün bilir
Dinle
Birazdan bir yolculuk başlayacak seninle…
Yol da sensin, yolcu da
Yolculuğun başı da, sonu da sensin aslında
Uzaklaştıkça değersizleşen,
Anlamsızlaşan bir dünya
Gözümüzde büyüttüğümüz kadar büyük,
Kendimizi içinde hissettiğimiz kadar yakındı bize
Ve uzağında durmayı başardıkça her şey küçüktü
Varolmayı öğrenemedim hiç
Bulunduğum zamana dâhil olmayı
Biraz yanımda dur, derdi annem,
Gitme başka yere
Keder, gazel gibi toplanmıştı gözlerinin içinde
İmgesizdim ben oysa, duyu buharlaşmıyordu yüzüme
Ne ise o idim,
Sel gidince geriye kalan kum belki de...
Bir yıldız kayar,
Bir gazel düşer dile
Bir ses düşer insanın içine
Hiç kimsem yok...
Hiç kimsem olur musun diyene kadar sürer gider yollar
Kurusa fidanın,
Güllerin solsa
Gönümde solmayan gülümsün benim
Yaprakların gazel olsa, dökülse,
Daha taze fidan dalımsın benim
Ağarsa saçların,
Belin bükülse
Yine şu gönlümsün benim
Baharda gazel dökme bahçelerime
Ben yaşamayı bilmez miyim?
Sanki güzellikleri görmez miyim?
Papatya beyazlığında ölüm sarısı
Bu çiçekler uğruna ölmez miyim?
Ben seni sevmez miyim?
Can demez senden gayrısına
Bu cana ne demeli?
Yine de bir can ister canımdan
Canana ne demeli?
Sen canımın içindesin, canımsa senden habersiz.
Dünya seninle dolu, dünya senden habersiz.
Gönlüm, canım nasıl bulsun seni?
Çünkü sen…tümüyle gönüldesin, gönülse senden habersiz.
Senin izin hayâlde,
Senin adın dildedir, dilse senden habersiz.
İnsanların senden haberi isimledir, izledir.
İsme, ize karşılık, hepsi senden habersiz.
Künhünün denizinde inci arayanlar, yakin ve zan vâdisinde senden habersiz.
Seni nasıl şerh edip anlatayım?
Çünkü sonsuza deK,
Şerh senden âcizdir, anlatım senden habersiz.
Nasıl anlatayım...Senden haber veren de, senden öyle habersiz
Künh: Bir şeyin aslı, özüdür. bir şeyin cevheri, aslı, kökü, özü, vechi ve de nihayetidir.
Yakin: Doğruluğundan şüphe bulunmayan
Salkımsöğütlerin Gölgesinde- Melisa Gürpınar/ Kuş Koysunlar Yoluna- Nilgün Marmara/ Lavinia- Özdemir Asaf/
Yarın için, var mı bir hazırlığınız?
Şöyle olgunlaşmamış bir umut saklıyor musunuz yüreğinizin en gizli köşesinde?
Gelecek günlerde,
Hatta ömrünüzün son gününde bile kullanabileceğiniz,
Gelişmekte olan bir umut?
Dünden kalan hayat,
Anımsayabildiğiniz kadarıyla,
Sizin de damağınızda bir tat bıraktı mı acaba?
Acı ya da tatlı
Buruk,
Kekremsi bir tat.
Ben roman yazsam, hayatı kervan yüküyle taşırdım yanımda
Öykü yazsam, belki bir kırık testi yeterdi, yolculuğumda bana
Ama şiir yazınca,
Cam bir kadehte sunmak gerekiyor hayatı başkalarına
Haykırmak İstiyorum herkese
Ve her şeye
''Yordun beni'' diyebilmek istiyorum hiç olmazsa
Yordun beni her karşılaşmada
Sanki boşlukta duran bir kağıt parçasıydım da,
Koşup dünyanın gölgesine sığınmasam,
Yanacakmışım gibi gelmişti bana
O kalp ki,
Kırık bir kadeh gibi,
Göğsüme batıp durmamış mıydı zaten yıllar boyunca?
Kalbim,
Benim geleceğim,
Her şeyim oldu
Bilseniz,
Onu sevebilmek, ne kadar fazladan bir yük
Ve ağır bir duygu
Dünya o kadar büyüktü ki;
Bir noktayım ortasında, ne yapsam.
Bazan da o kadar küçülüyor ki dünya,
Devrilecek sanıyorum, kımıldarsam
Çokca Yağmur yağsa, temizlenir mi şu kirli dünya?
Çiy damlasını yazsam,
Sabah güceniyor
Dikeni yazsam, ağlıyor kiraz çiçeği
Kanı yazsam, kan oluyorum
Çimenlere uzaktan baksam, otların kokusuyla eriyor gövdem
Bir vapur düşlüyorum bazen...bacası sığmıyor satırlara.
Gözlerimdeki nem, damlıyor hep sayfalara
Neyleyim?
Ben de yıldızlara bakıyorum kurtulmak için acılardan
Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına?
Niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına?
Niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?
"Öyle güzelsin ki, kuş koysunlar yoluna"
Bir çocuk demiş.
Hep çocuk kalmalı.
Avuçlarında ezik bir şeker,
Yanaklarında tozlu yaşlar,
Ve yüzündeki mahzun gülümsemeyle,
Pencereden bakan, öksüz bir çocuk olarak kalmalı.
Korkmalı gök gürültüsünden,
Tabancadan,
Kara örümcek ile perili köşkten.
Eğilip denize dokunmalı,
Düşlerinde yol alan köpüklü bir yelkenliden.
Öyle çabuk geçiyor ki günler,
Sen de bir bak hayatına
Daha dün doğmuşuz sanki
Yeni okula başlamışız,
Yeni sevmişiz.
Öyle çabuk geçiyor ki günler,
Sen de bir bak hayatına.
Yarın bitecek sanki her şey
Yarın ölecek gibiyiz
Günlerimiz dün bir,
Bugün iki
Sakın bir şey bırakma yarına
Yarın yok ki
Bunları düşünürken,
Sen, bana
Sen desen de, demesen de olur.
Ama ben sana ''sen'' diyeceğim.
Düşün dur.
Sevgili yavrum, dünya senin etrafında değil, güneşin etrafında dönecek hep...Bunu lütfen kalbine yaz.
Sevgili Yavrum,
Nerden aldın "olmaz"ları?
O "geçilmez"leri?
Birisinin "olsaydı"larında
Sana dünya kadar yer ayrılır
Topla gül goncalarını toplayabilirken,
Zaman akıp gidiyor
Aynı çiçek sana bugün gülümserken,
Yarın solup gidiyor
Çelişe çelişe kopardım ben bu yaşımı ecelden
Yanlışlar biriktirdim
Yabani atlar suladım
Bir kendimi doğru sanırdım gençken
Yanılmışım, anladım
Bir yürürsün göğe, kara öyle değil
Bir yorul, bir acıksın karnın, ağrısın
Bir usansın, öyle değil
Sevgili Yavrum,
Zamanla yerleşir yaşadıkların
Yeniden konumlanır
Çoğalır anlamları
Önemi kavranır
Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey,
Çok sonradan değerini kazanır
Yokluğu derin,
Ve sürekli bir sızı halini alır
Böyle zamanlarda,
Bazen,
Uzaklaşmak gerekir yakınlaşmak için,
Bazen,
Hatırlamak gerekir hatırlanmak için
Bazen,
Ağlamak gerekir açılmak için
Bazen,
Anmak gerekir anılmak için...
Bazen de, susmak gerekir duymak için
Nehir gibidir insan
Derinlerinde ne saklar,
Ne fırtınalar kopar,
Söylemez
Sadece, sessizce akar ve gider...
Kalp sırrına erenler ne yapar, bilir misin?
Susarlar
Kızmazlar
Küsmezler
Kırmazlar
Kırılmazlar
Her şeyde bir güzellik bulurlar
Hiç bir şeyi insandan bilmezler
Susarak konuşurlar
Sevgili yavrum
Dünya senin etrafında değil,
Güneşin etrafında dönecek hep
Bunu lütfen kalbine yaz
Elimde olsa, kristal bir kalede saklardım seni
Ama burası dünya
Burası bu kadar
Dünya seni görmezden gelse de, ben yanındayım
Her şey kendi dilince konuşur
Karanlık örtse de üstünü,
Gecede devam eder renk
Ağacın dalında,
Rüzgarda...
Her şey kendi rengince konuşur
Sevgili Yavrum, vicdan, insanın içindeki tanrıdır
Ona saygılı ol
Merhametin ve şefkatinle onu besle, büyüt
Ama unutma,
Hayatta hep senin gibiler çıkmayacak karşına
Buna hazırlıksız yakalansan da, ben yanındayım...
Her yürek sevebilseydi eğer
Ayrılık hiç olmazdı
Her seven yürekli olsaydı zaten,
Aşk bu kadar basit olmazdı
Değerli bir şey elde etmek için,
Fedakarlık yapman gerekir
Yapılması zor olan şey ile,
Yapılması doğru olan şeyin, genellikle aynı şey olduğunu biliyor musun?
Anlamı olan hiçbir şey kolay değildir
Yetşkinlerin hayatına ''kolay'' girmez
Sevgili yavrum,
Her şeyi sev
Ama hiçbir şeye sonsuza kadar sürecek diye umut bağlama
İnsanlar gider
Kimse seninle sonsuza dek kalamaz
Kimseye böyle bir yük yükleme
Gitmek isteyen gidebilmeli
Sen istiyorsun diye kimse seninle kalmamalı
Aradığın sevgi bu değil
İnsanın üzerine hayal kurulmaz
İnsanla beraber hayal kurulur
Kalbinin en köhne sokaklarına bağır bunu avaz avaz
İnsanlar,
Hayalin kendisi olamaz
Senin kurduğun hayallere giderken, yanında yoldaş olabilirler ancak
Yoldaşın yola ihanet etse de, ben yanındayım
Sevgisiz kaldığın her anında, ben yanındayım
Sevgili yavrum, kelimeler yalan söyler
Hislerine saygı duy
Hislerine saygı duyulmayan yerlerden uzaklaş
Ve düşün
Dünya çok hızlı dönüyor ve sen nadide bir kuşusun gönlümün
Sevdiğin şeyler seni kör, ve sağır eder
Sınırların olsun;
Seni sen yapan gerçeklerin
Ve kendi doğruların
Bunlara körü körüne bağlı kalma
Gerekirse, onları değiştir, dönüştür
Ama kimsenin sınırlarını paldır küldür çiğnemesine müsaade etme
Kalbindeki ayak izlerini silmekte zorlansan da, ben yanındayım
Hasta mısın?
Derdin mi var?
Susuz musun?
Su da seni arar, bulur.
Çok ızdırabın varsa sevin, çünkü feraha kavuşacaksın.
Alçakgönüllü ol ki,
Şeref, sabır, sana doğru aksın, gelsin
Dünya sana doğru akmasa da,
Sen ona doğru ak,
Akışta kaybolsan da,
Ben yanındayım
Ölü Ozanlar Derneği- N. H. Kleinbaum/ Gittiğim Her Yerde Çiçek Açacağım (2)- Ali Bayam
Yaz Tarifesi- Onur Caymaz/ Hiç- Can Dündar/ Acılara Tutunmak- Hasan Hüseyin Korkmazgil/ Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek- Adnan Yücel
Hepsi bir vapur dumanı diyordum
Gelip, geçer
Acılarım tazeyken,
Kimseyle konuşmazdım
Hiç önemsemiyormuş gibi gözüküp,
Deliler gibi önemsiyordum
Ben çaresizliğin eli olsaydım,
Tutmazdım kimsenin elini
Dünyada iki kapılı bir han gibi durmanın,
Buraya böyle gelmiş olmanın,
Geçene yol açmanın,
Ki, içinden rüzgâr geçirmenin
Ne büyük güç istediğini anladım
Durmanın ne büyük sabır
Neyin peşine düşersen,
O hep senden kaçmaya başlar ya hani,
Hayat sahi böyle
Neyin arkasından koşarsan, ondan mahrum kalıyorsun
Kimi çok seversen, tüm sınavın o oluyor
Korktuğun her ne varsa, istisnasız başına geliyor
Neyi asla yapmam diyorsan, bir gün son çare o şeyi yapmak zorunda kalıyorsun
Bir insanı unutmak zorunda kaldın mı hiç?
Hiç,bir insanı unutmak,bir insandan vazgeçmek
Bir insanı hayatından sonuna kadar çıkartmak zorunda kaldın mı hiç?
Hani ölmüş gibi,
Hani uzatsan da elini tutamayacağını bilmek gibi
Her an kapıdan içeri gülümseyerek gireceğini bekleyip
Ama aslında hiç gelemeyeceğini bilmen gibi
Mutluluk da böyle
Aranıp bulunacak bir şey değil
Peşine düşülecek bir şey değil
Yaşanacak bir şey
Yaşayanlar bir gün ölür elbette
Ağaçlarla
Balıklarla
Kuşlarla
Ağlayanlar bir gün güler elbette
Uyanmakla
Anlamakla
Bilmekle
Kısa çöp, uzun çöpten hakkını alır elbette
Direnmekle
Kurtulmakla
Barışla
Öyle geceler var ki, sabaha çıkamayacağını düşünüyorsun
Yarın olmayacak,
Bu gece bitmeyecek,
Acı hiç dinmeyecek gibi hissediyorsun
Sonra sabah oluyor
Hayat bir şekilde yine devam ediyor
Güneş doğuyor
Sonra geçiyor
Her şey gibi,
Her şey kadar
Bu can yaksa da hep böyle oluyor
Gün bitse bile gökyüzünde
Günler daha mühürlenmedi
Çünkü dilde söz,
Çiçekte renk,
Ve zamanda gelecek bitmedi
Ben ölümden korkmam!
Ölmek bir şey değil doktor
Ondan sonrasını düşlemek beter
Ben ümitsizliği tedavi edemem Doktor
Onu incelerim
Ümitsizlik ödenen bir bedel
Yaşamın derinlerine indiğinde, ümitsizlikle her zaman karşılaşırsın
Kimin yüzüne baksam,
Düşünsem neyi,
Yaklaşsam neye,
Uzatsam elimi okşamak diye,
Kararıyor masmavi sabahlarım
İnsanlar ağaçlardan ders almalı
Ne üzerinde barınan kuşların,
Ne gölgelerinde yatan insanların,
Ne de verdikleri meyvelerin hesabını tutuyorlar
Gittiğim Her Yerde Çiçek Açacağım- Ali Bayam
Bazen bir şey yaşatıyor hayat insana. O yaşadığı şeylerden sonra, tüm beklentisini kesiyor hayattan.
Kaç çiçek boğulmuştur,
Kaç ağaç delirmiştir,
Çan seslerini de yanında götürdü diye yokluğa alıştırıyor kendini
Bir bıçak mütemadiyen ve gaddarca göğsünü oyuyor
Ama ben gökyüzüne bakmaya devam ediyorsun
Ama hiç durmaksızın,
Herkesin izlediği yolun tersine gidersen,
Hayatın boyunca başarısızlığa uğramamayı nasıl isteyebilirsin?
Eski bir şaman atasözünde dediği gibi,
“Ders sen öğrenene kadar devam edecek.”
Ve sen öğrendikten sonra, başka bir ders başlayacak
Yaşamak, öğrenmek için var biraz da
Mutlu olmak için değil
Her şey bir kez ölür ama sen ölmez sanırsın
Ben taşların da can verdiğini çok görmüşümdür
Kaç kez,
Bir düş kırıklığı için, yalnızca.
Üşüyeceksin,
Tir tir titreyeceksin metruk bir bankta
Ateşi olan herkes senden kaçacak
Yanacaksın kalabalığın ortasında
Suyu olan herkes senden kaçacak
Kaburgalarına saplanan sancı, seni yok edecek yavaş yavaş
Kimsesizlik,
Kimliği olur bazen insanın, bilirsin.
Ama zamanın seninle yürüyen bir yol arkadaşı olduğunu kabullendikçe, her mevsime uyum sağlıyorsun.
Yokluğunu hissettiği şeyin, ne olduğunu bilemez insan ya bazen hani. Hatırlanmayan bir rüyanın aşinalığı gibi hani. Hani..Bir şey eksik. Bir şey yok. Yok olduğuna eminsin, yoksunluk hissediyorsun ama, ne eksik bilmiyorsun.
Seninki, bir uçuruma yıllarca bakmış olmanın düşmekten daha acı bir hale gelmesi.
Bağımlı insan atlı karıncaya binmiş gibidir. Ne bir varış noktası, ne de bir ilerleme vardır hayatında. Herkes ilk başladığı yerde, midesi kaldırana kadar döner durur. İnsanın kendiyle mücadelesi, bağımlılıklarını yok etmesiyle başlar.
Ne dersin? Ufkun gözükmediği gökyüzüne bir bak.
Küçücük bir noktasın
Belki de her şeyi kabullenip, hayatı akışına bırakmak lazım
Zorlamak bazen çözüm değildir
Ve zorla olan hiçbir şey, güzel değildir
Ben baktım ki, insanlar göründüğü gibi çıkmıyor
İyice tanıya kadar, iyi veya kötü dememeyi öğrendim
Baktım ki fazla değer vermek işe yaramıyor,
Gerektiği kadar değer vermeyi öğrendim
Baktım ki acele edince kötü şeyler oluyor,
Sabretmeyi öğrendim
Baktım ki, nasip değilse olmuyor,
Hayırlısı demeyi öğrendim
Baktım ki arkamdan konuşanlar susmuyor,
Allah'a havale edip, yoluma devam etmeyi öğrendim
Ne kadar yakının olursa olsun,
Bir başkasının içinden geçenler daima bir meçhul olarak kalacak
Bir yastıkta uyuyanlar bile, birbirlerinin rüyalarını bilmez
Herkes kendi korkulu rüyalarına uyur
Yine herkes, kendi kabusuna uyanır
Bunu hatırla
Her şeyi sev
Ama hiçbir şeye sonsuza kadar sürecek diye umut bağlama
Bir elinde çiçek olanların, diğer eline de bakmayı unutma
Hayat adil değil...
Ve sen çok güzelsin.
İncinmemen mümkün değil ama teselli edecek kimse olmasa da kendine kendin olduğunu unutma
Hislerine saygı duy. Hislerine saygı duyulmayan yerlerden uzaklaş.
Çünkü rızan olmayan bir şeyi bir defa yaparsan, bir daha, artık kendi hayatını yaşayamayabilirsin
Yine de kimseye kızma
Ya da küsme...
Hayat yolunun bir yerlerinde, kendine yaslanıp dik durmaya daima ihtiyacın olacak
Hiçbir mezar iki kişilik kazılmaz demiştim ya hani,
Tam da öyle
Unutma
Nazım Hikmet- Memet Fuat/ Gittiğim Her Yerde Çiçek Açacağım (5)- Ali Bayam/ Yazma Sevgi Duvarı- Can Yücel
Herkes karada balık gibi çırpınıyor
Hangisine üzülelim?
Buldum derken kaybolana mı,
En yakın derken, uzak olana mı,
Zamansızlıklara mı?
İmkansızlıklara mı?
Bir şey kaldı unutulan
Kopunca kendimizden
Ve her şeyden biraz kopunca
Hiç kimseye hiçbir şey anlatmadan sadece susmak istiyorum
Sadece susmak
Bu yorgunluğu kelimelerle anlatmak istemiyorum
Biri adımı sorsun istemiyorum
Nasılım, ne haldeyim bilinsin istemiyorum. Susmak istiyorum, sadece susmak.
Bir bankta gece yarısı ağlamak bir de
Varsın yeşermemiş olsun bahçeler
Karlar erimemiş olsun dağlarda
Hatta çığ basmış olsun yollar
Kendi yağmurunun çamuruna gömüldükten sonra
Yani bütün gece omuzunda bir testiden,
Kendi avuçlarına döküldükten sonra,
Kapıyı açıp çıkabilecek miyiz?
Yani yalnızlığı,
Bir boş anımızda,
Çıkarıp,
Açıp,
Kaldırıp atabilecek miyiz?
Biraz da sessizliğim konuşsun
Harfsiz bir dil bulalım içimizde
Sadece ikimizin anladığı bir hüzün olsun içinde
Denizin içinde meydana gelen görünmeyen dalgalar gibi yüreğin biliyorum
Beklemekten baska çare olsaydı,
Seni durdurmazdım…
İnan bana…Ama yok.
Başka çare yok
İlaç bile beklemeden tesir etmez,
Çiçek bile, vakti gelmeden önce açmaz…
Sus
Bu kış, bahara dönünceye kadar
Bu gece, gündüz oluncaya kadar.
Uzak yollar, yakınlaşıncaya kadar
Bu sıkıntının ardından, ferahlık gelinceye kadar
Acının, bala dönüştüğünü farkedinceye kadar
Sebepler var edilinceye kadar
Bahaneler oluşuncaya, kadar sus.
Sus
Bütün bu susmalarına karşılık,
Her şeyin iyi olacağına inanarak sus.
Sus
Her susuş bir cevap olsun
Her susuş, sabrın olsun
Her susuş, duan olsun
İçten yakarışının adı
Her susuşun,
Bekleyişinin,
Umut edişinin,
İnancının,
Sevdiğinin vurgusu olsun
Tuz basıp,
Yaralarıma ne kadar susulacaksa, o kadar sustum.
Bir çığlık kanıyor en derininde yüreğimin
Açmadım kimselere yüreğimi
Susmak kimi zaman, ateşe su,
Kimi zaman ateşe rüzgar olmuştur
Yağmur alıp toprağa karışan sessizlik en güzel sestir duyabilen için
Sus gönlüm,
Sus.
Bütün bu susmalarına karşılık,
Her şeyin hayırlısının olacağına inanarak sus
Evren Ağacı- Özdemir İnce/ Kesik Esintiler- Oruç Aruoba/ Günaydın Yeryüzü, Bir Yeryüzü Tanığı- İlhan Berk
İyi geceler rüzgar, günaydın,
İyi geceler hiç kimse, günaydın,
İyi geceler hiçbir yer
Sana günaydın
Parmağımın ucuyla dokunuyorum dünyaya
Büyük bir hızla koşup geçiyor yanımdan
Uzağımda üstünü örtüp, yatıyor pusuya
Sanki bir şey bulacakmış gibi kanımda
Dalgaların yanında yürürken ben,
Gülümsemenle gelseydin sen,
Hiçbir şey söylemeden
Kendiliğinden
Dünya yaşlanıyor mu?
Bu suda sen de ben gibi en güzel günlerini,
Unutulmuş akşamlarını,
Ve artık bir daha yaşamak imkânı olmayan geçmişi,
Bütün saltanatıyla yaşar bulacaksın
Sen şu mavi gökyüzü gibisindir
Baktıkça ferahlık verirsin insana
Akdeniz’de şimdi bir kuş uçuyorsa
Senin için uçuyor
Bir ağaç uzatmışsa dallarını aydınlıklara doğru,
Sen geçiyorsun aklından
Senin gözlerine benzeyebilmek için koyulaşan göğün mavi ufuklarını seyrediyorum
Farkında mısın bilmiyorum
Kimse kendi acısını bile duymuyor artık
Kimse bir başkası için kederlenmiyor
Birbirine ihtiyacı olanlar, özenle uzak duruyor birbirinden
Küçücük çocuklar bile yalnızlığın bilimini yapıyor
“..Ben seni sevmek istiyorum, diyecektin, diyemedin.
Yalnızlık taşa çevirir yüreği, diyemedin.
İnsan sevmezse, dünya bir yaşama cezasından başka nedir ki, diyemedin.
Her vazgeçişte,
Gövdemiz biraz daha uzaklaşır bizden, diyemedin.
İnsan bütün acılardan sadece bir sevgi sözüyle döner dünyaya, diyemedin.
Neler gördüysen dünyada, bağır
Neler duyduysan yanarken parmak uçların, söyle bana
Ben ki, seninle aştım yaşları
Beyaz bir gül ne kadar beyaz olursa, o kadar
Bir yaprak ne kadar yapraksa, o kadar
Ne kadar suysa bir su, o kadar
Seninle olan ilişkimiz, bir çiçeğin toprakta kök salması gibidir
Toprak bazen sert olabilir
Yağmur bazen fazla yağar
Ama seninle büyümek için her zorluğu aşacağım
Sana olan sevgim,
Bir bahçıvanın özenle yetiştirdiği en nadide çiçeği koruma arzusundan daha güçlüdür
Beni bulamazsan üzülme
Eşyalarımı bulacaksın
Kestiğim taşları,
Açtığım yolları,
İşlediğim heykelleri bulacaksın
Ve göreceksin ki binlerce yıl öteden,
Parmak izlerimiz değecek birbirine
Bir insana inanmak ne demek biliyor musun?
Kapının önündeki ağaçlarla, birden çiçeğe duruyorsun...
Ne demek biliyor musun bir insanı sevmek?
Birden dünyada kötü insan kalmıyor
Bizim rüyalarımız olmadan dünya güzel olamaz
Bizim şarkılarımız olmadan insan sevmeyi bilemez
Bizim merhametimiz olmadan, Tanrı kimseyi bağışlayamaz
Bizim dudaklarımız gülmeden, çocuklar çiçek açamaz
Çerçevesiz gökyüzünü,
Ve tel gölgesiz güneşi seninle paylaşmak için yazıyorum
Beni anlayasın diye
Beni umudun yerine koyasın diye
''Dedim, kırk sesle yıkansam da, gitmez kalbimden sesin.''
Dünyanın tarihinden bir gölge geçti
Şu geçen bulutlardan konuşuyoruz
Rüzgarların,
Taşın geleceği yoktur diyorsun
Hem aşk da kendine dönüyor, biliyorsun
Ben ne kadar şey gördüm,
Yaşadımsa, onları anlatmayı söz verdim sana
Kendimi sana bir deniz diye tanıttım
O zamandı işte
Kendini anlatan dünya geldi
Başladı işine
Yol ki,
Yoktur
Yol ki,
Varış değildir
Gidiyorduk
Sana ''gökyüzünün yarısı'' diye seslenirdim
Ve susmak bilmezdim
Suyun kalabalığıyla yaşardım her yerde
Su umudu biliyor
Beni böyle sen soydun bir çiçeğe su verir gibi
Böyle gri tarihler, gri gökler altından yaşadık
O kadar içten gülüyordun ki,
İçini kıskandım.
İçin olmak istedim
Çorak gülüşündeki yoksunluğu biliyorum
Unutacak çok şeyler var, biliyorum
Sen, içimdeki bensin biliyorum
Ne zaman düşünsem seni, sabırsızım
Na zaman baksam sana, açlığım büyür
Ne zaman özlesem seni, alkımlanır direncim
Ne zaman beklesem, avunmaz bir çocuğum
Bekliyorum
Bir daha bekliyorum
İki
Üç
Dört
Bekliyorum
Burada değilse, nerededir hayat?
Bir başka yerde,
Ufkun arkasında
Ya da keşfedilmemiş bir anakara?
Bence senin yanında
Şimdi kim bilir nerede değilim diyerek,
Günler yanımdan
Günler önümden
Günler içimden
Etinle geçiyor
Erken zamansın
Dokunamıyorum
Sanki insan,
En son bir kere de bulamamak için gidiyormuş gibi bazı yerlere
Görememek için
Ben de çok geldim
Ben de çok bulamadım seni
Çalmayan kapının da sesi var diyerek,
Ardına kadar açtığım şeyler,
Nasıl gelmiyormuşsun diyerek baktığım yol,
Nasıl geçmiyormuşsun diye baktığım sokak...
Sadece seninle ilgili o kadar dağ,
Sadece seninle ilgili o kadar ova gezdim ki
Seni kırk kere sordular
Bilmiyorum dedim
Biliyordum...
Diyebilirim ki, bilinmeyen dualar buldum
Başka bitkiler
Ihlamur
Dedim
Kırk sesle yıkansam da, gitmez kalbimden sesin
Elimi sürmek istemediğim bu çağda:
Tüm hayallerini gerçekleştirdiğini görmek istiyorum
Kazandığını görmek istiyorum
Karşılaştığın tüm engelleri aştığını görmek istiyorum
Başarılı olduğunu görmek istiyorum
Kuşların Doğum Gününde Olacağım- İlhan Berk/ Dünya Lekesi Dünya Lekesi (3)- Seyyidhan Kömürcü
Canyelekleri Tavandadır- Özdemir İnce
Elimde boş bir gidişin melodisi
Söyler dururum içimde
Pardon
Kimdi acılar?
Yıpratamazlardı insanı bu kadar
Ölümün diyeti ne?
Hayatın ayarı kaç?
Herkes kendi dünyasına daldı
Geçti, geçmez dediğimiz zaman
Kuşları unuttuk
Yolu soruyordum rüzgâra
Ben durdum,
Yol yürüyordu
Karar kesin
Gemileri yakmıştım
Gördüğüm şeylerin beni aşmasına dayanamıyordum
Havanın, suyun, toprağın beni aşmasına dayanamıyordum
Yaşamın hızının beni aşmasına dayanamıyordum
Olmuyorsa zorlamıyorum. Eskisi gibi olmayacağını bildiğim halde, savaşmıyorum mesela. Olmayacağını anladığım noktada çabalamayı bırakıyorum. Tam o noktada, kimsenin hiçbir şeye değmediğini ve hiçbir şeyi hak etmediğini daha net görüyorum.
Alışmamak için gözyaşı ve kedere,
Ölmemek için o acıdan
Yeni bir silah yarattım yaşamaktan
3 Basit kuralla yaşıyorum:
Sevgi, eylem olmadan hiçbir şeydir
Güven, kanıt olmadan hiçbir şeydir
Ve özür, değişim olmadan hiçbir şeydir
Ben de biliyordum gitmem gerektiğini
Ama insan, binbir hevesle girdiği kapıdan apar topar çıkamıyor
Aynı günü defalarca yaşayıp, bir ömrü, bir güne sığdırmaktan korkuyorum.
Şiir okumayan insanların beni yerden yere vurmasından korkuyorum.
Matematiği, tarihi, fiziği öğrenirken, insanlığı unutmaktan korkuyorum.
Yüreğimde gezen insanların, başkasıyla gezmesinden korkuyorum.
Kitap sayfalarının gazete kağıdı gibi sofraya serilmesinden korkuyorum.
Dünyanın, son âşık olan insanının haberlere çıkmasından korkuyorum.
İnsanların aynı evde yaşayıp, birbirine yabancı kalmasından korkuyorum
İnsanı güldüren hatıraların sahtesini yapmalarından korkuyorum.
Dertlerimi anlatan kelimelerin yetersiz kalmasından korkuyorum.
Yıldızları izleyen insanların bir gün vazgeçmesinden korkuyorum.
Güzel şeyler olup, tam mutluluğu yakalamışken, sıkılmaktan korkuyorum.
Bugünler geride kalacak... Kalmayacak!
Her gece,
herkes bütün acılarını hatırlayacak- gözlerini kapattığında.
Böyle olmasa, binlerce çeşidi olur muydu uyku ilaçlarının?
Her şey yaralamak istiyor seni
Her şey yaralanmanı istiyor senin
İstiyorlar ki,
Bedelini ödeyesin yürüdüğün dünyanın
Acıtıyor bizi aşıp giden yaşam
Direnmeyi öğreniyoruz yenik düştükçe
Yorgun değilim ama geçen günlerden
Artık geceye gözlerimi açarak bakıyorum
Yorgun değilim geçmişten
Şimdiden
Gelecekten
Bir yalnızlığım vardı,
Gittikçe aşıyorum
Tahir'ül Mevlevi Mesnevi Şerhi
Bir gün kızsan bana,
Alsan başını,
Yüz bin yıllık yere gitsen,
Dönüp kavuşacağın yer ben'im demedim mi?
Demedim mi şu görünene razı olma,
Demedim mi sana yaraşır otağı kuran ben'im asıl?
Onu süsleyen,
Bezeyen ben'im demedim mi?
Ben bir denizim demedim mi sana?
Sen bir balıksın demedim mi?
Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın
Senin duru denizin ben'im demedim mi?
Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?
Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben'im,
Senin kolun kanadın ben'im demedim mi?
Demedim mi yolunu vururlar senin,
Demedim mi soğuturlar seni.
Oysa senin ateşin ben'im,
Sıcaklığın ben'im demedim mi?
Türlü şeyler demedim mi sana?
Söyle,
Bunları sana hep demedim mi?
Karanlıkta iyiydim
Mutlu değildim
Üzgün değildim
Korkmuş değildim
Ama halimden memnundum
Seni yalnızlıktan sevmedim
Senin ışığın,
Bende istemeyi uyandırdığı için sevdim
Ateş daima su ile korkutulur
Çünkü onu söndürür
Fakat su, yanmaktan ne vakit ve nasıl korkar?
Aşk bile dolduramaz bazı âşıkların yerini
Diye övgü,
Diye sana,
Diye haziran
Heves uykudaysa,
Ruh çıplak gezer
Gazel bundan,
Keder bundan,
Sır bundan
Derler ki,
Bir hayaldir dünya
İtibar edilmez bir rüya
Öyle ser-mestem ki,
İdrâk edemem dünya nedir?
Ben kimim?
Sâkî olan kimdir?
Mey û sahba nedir?
(Aşk ile öyle başım dönüyor ki artık bilmiyorum dünya nedir?
Ve bilmiyorum, ben kimim;
Bana aklımı başımdan alan badeyi sunan da kim;
İçki ve kadeh nedir?)
Aşktan geçmek kolay değil
Hiç bilmez misin?
Perişan gönlüme ayrılık ateşi düşürdün
Gözlerimi hasret gözyaşlarıyla doldurdun
Artık hayalini de istemiyorum.
Çünkü yüreğimin ateşinden,
Hayalin yanabilir
Gözyaşı selime, hayalin düşebilir
Senin sen,
Benim de ben olduğumu sanma!
Şimdi İki ten,
Bir can ile yaşamaktadır ey sevgili!
Deli Kızın Türküsü- Gülten Akın
Fırtına
Barınak
Gemiler, değil mi?
Ne güzel alışmıştım
Harflerle ve sayılarla yazılmayanlar vardır
Her denize kıyı olabilir misin?
Satranç sevgilim
Taşlar
Unut
Kaleleri
Ve filleri köpekli adamlar tutmuşlar
Söyle ona sıraya dizmekten vazgeçsin
Bir büyük oyun yaşamak dediğin
Beni ya sevmeli
Ya öldürmeli
Bedeni olmayan seslerin çığlığa dönüşmeyi kurduğu yerlerde,
Sen şarkı söylemek için bekliyorsun
Yanılıyorsun
Sen,
Hayatının en önemli konusunu,
"Neyse, boş ver!" diye kapatıyorsun!
Dişlerimiz olduğu için ısırıyoruz
Bu yüzden bu kadar vahşiyiz…
Gözlerimiz olduğu için hayran kalıyoruz.
Bu yüzden bu kadar aşığız…
Söylüyoruz
Okusunlar
Sanmasınlar susan bir kuşağız
Bizden sonra bağıracak olanlar
Aynı dille konuşuyor
Aynı dili konuşmuyoruz
Ayrılıklar oldu,
Acılar oldu
Yitikler oldu bugün
Kışlar doldu
Boşalmadan doldu bugün
Biz belki çok bilen,
Çok dalgın,
Çok konuşkan
Ama kesinlikle ölen bir kuşağız
Ağıtla başlarız yaşamaya
Konuşmadan önce sevmeyi biliriz
Ama biliyoruz
Her konuşma bir şeyi değiştirir hayatımızda
Düşünmeden,
Konuşmadan yaşayanlarımız,
Düşünmeden,
Konuşmadan yaşayanlarımızın geleceğini bekliyor
Aykırı bir sese yeniliyor kocaman sessizlik
Gelecek bir türlü gelmiyor
Sen bu dediklerimi duyuyorsun
İnsan kendini kendinde unutmuş bir oluş
Sen bu dediklerimi duyuyorsun
Bilemiyoruz yaşamayı severek
Ve sevmeden
Belki hem severek
Hem sevmeden
Uyuyan Adam IV- Georges Perec
Mucize bu...
Denizin ikiye yarılması değil,
Denizin ikiye yarılabiliceğini ,
Ya da yarılamayacağını düşünebilmenin kendisi mucize
Özürlere,
Pişmanlıklara,
Nostaljilere ihtiyacın yok
Sen hiçbir şeyi dışlamıyor,
Hiçbir şeyi reddetmiyorsun
İlerlemekten vazgeçtin
Ama zaten ilerlemiyordun ki..
Yeniden yola çıkmıyorsun
Vardın sen
Daha uzağa gidip de ne yapacağını kestiremiyorsun
Hiçbir sarsıntının,
Hiçbir seslenmenin,
Hiçbir yanığın seni uyandıramayacağı kadar derin uyumayı başarsan bile,
Bu göz hep olacak
Senin gözün,
Hiç kapanmayacak,
Hiç uyumayacak olan gözün
Kendini görüyorsun
Kendini gören kendini görüyorsun
Sana bakan sana bakıyorsun
Uyansan bile, görüntün aynı, değişmez kalacak
Kendine binlerce,
Milyarlarca gözkapağı eklemeye başarsan bile,
Hala, arkada, seni görmek için bu göz olacak
Uyumuyorsun
Ama uyku artık gelmeyecek
Ölü değilsin
Ve ölüm bile seni kurtaramayacak
İnsan yol boyu hırpalanıyor
Yıpranıyor
Yoruluyor apansız
Yaralar açılıyor görmediğimiz yerlerinde
İçinde. Bir yerde
Bir yerlerde
İyileşmek zaman alıyor
İyileşmiyor
Bir başlangıç noktası yakalamak istiyor insan
Ama bütün noktalar çok uzaklarda
Çok bulanık...
Hakikat arıyor herkes
Ama kimse bulmak istemiyor.
İnsan haykırmak istiyor
Çözümü bulduğunu,
Bunalımının kaynağına indiğini haykırmak istiyor
Bu abuk sabuk karmaşık laf yığınından sıçrayıp çıkmak,
Bu sözcük bataklığından kaçıp kurtulmak istiyor insan
Ama artık bir sıçrama taşı yok,
Tutunacak bir dal da
Hayal gücünün dibini boylamaktan başka yol yok
Ben de bir zamanlar insanın ötesindekinin hayaline kapıldım
Diğer ötedünyaya inananlar gibi
Yarattığım Tanrıysa, insanların ürünü ve cinnetiydi
Diğer tüm tanrılar gibi
Toplum dediğin şey sen değil misin?
Önünde,
Zamanlar boyunca, kıpırtısız, bunalımsız, kargaşasız bir yaşam olacak
Ne bir pürüz,
Ne bir dengesizlik
Dakikadan dakikaya,
Saatten saate,
Günden güne, hiç bitmeyecek olan bir şey başlayacak:
Yaşamın
Yaşadığın gerçekliği değiştirmek istiyorsan,
Beklentilerini değiştirmen gerektiğini bilmelisin
Değişim zor
Ama zorluklar da senin için var
Tırtıl için kozası ona zorluktur
Dışarı çıkmasını zorlaştırır
Ancak aynı zamanda onu dışarıya karşı koruyan,
Güçlendiren de kozasıdır
Değişim, ruhunu yenilemeni sağlayacak olan zihninin deri değiştirmesidir
Değişmezsen, yenilenemezsin
Kendinin üzerinde,
Zaferine ve özgürleşmene hizmet edecek canlı anıtlar inşa etmelisin
Ama önce kendi kendini inşa etmelisin
Dik bir beden ve dik bir ruhla...
En yüksek dağların kökü, yerin en dibinde kalanlardır
Bir karadeliğin uzağından geçersen, belki rotan ona doğru sapar
Ama içine düşmeyebilirsin
Ama ona çok yakınsan, sarmal bir rota izleyerek içine düşebilirsin
Böyle iki sonucu birbirinden ayıran kritik mesafe, olay ufkudur
Olay ufkunun içindeki her şey,
Işık bile, karadeliğe düşmeye mahkumdur
Bize olan da bu
Herkes herkesle aynı şeyi gördüğünü
Ve duyduğunu düşünsün diye yapılır bunca şey
Çünkü herkesle aynı şeyi gördüğünü düşünen, kendi körlüğünden kuşku duymak zorunda kalmaz
Ve bu konuda hiç olmadığı kadar çok destekler birbirlerini
Halbuki karşımıza çıkan her türlü olay ve kişiden,
Kendimize çıkarmamız gereken bir ders,
Bir öğreti,
Bir deneyim yok mudur?
Ve unutma:
Dünyada taştan olmayan,
Ve kimsenin senden alamayacağı bazı şeyler vardır
İçinden alamayacakları
Ve dokunamayacakları bazı şeyler
Asla dokunamazlar
20 Yaşıma Mektup...(18)
"Kaliteli yaşamak için varlıklı olmak gerekli değil" derdi annemiz, hatırlar mısın?
"Varlıklı olmak, var olmak değildir" derdi babamız.
O yüzden kendine sebepler yaratmalısın. Umutlar üretmelisin. Yarın gidecek bir yerin yoksa, dünden öteye gidemezsin.
Ziyan, Azil- Hakan Günday
Size bir hayatı nasıl aldığımı anlatacağım. Bunu nasıl yapabildiğimi. Nasıl bu kadar kendimden geçebildiğimi. Her şeyi...
Dünya yuvarlak. Hayat da öyle.
En derini, aynı zamanda da en yükseğidir hayatın. Nereden baktığına bağlı.
Nerede doğduğuna.
Doğduğun yerden ne kadar uzaklaştığına bağlı.
Ama o sabah... Daha fazlası da vardı...Hatta o sabah, her şey fazladan da fazlaydı!
Uyanışım fazlaydı. Yataktan kalmışım, yürüyüşüm fazla. Yüzümü yıkayışım ve yine yürüyüşüm fazlaydı. Mutluluğa benzeyen bir şeyle kaplanmıştım . Ellerim, gözlerim ve gördüklerim fazlaydı. Bana hayatımı unutturan bir şey vardı üstümde.
Fazladan bir şey...
Geçmişi izliyordum. Uykularımı. Gecelerimi. Hiçbir şey anlamayan ailemi. Alnıma gömülmüş o çizgiyi izliyordum.
“Ben ağlamam” dedim kendime. “Kurutamam gözyaşlarımı çünkü. Başlarsam duramam diye ağlamam. Bütün damarlarım, kemiklerim çıkar gözkapaklarımdan. Geriye bir tek derim kalır.
Yalnızlığın labirenti... Benim şu an içinde yaşadığım evin bir çeşit tanımlaması bu.
İçinde doğduğun evi tanımak zorundasın. Patlamanın, geçmişi yok ettiğini bilmelisin.
Patlama öncesindeki hiçbir davranış ve düşüncenin sonucu yoktur. Kuralların doğum tarihi, zamanın başlangıcıdır. Zamanın başlangıcıysa, patlama anıdır.
Hala içinde yaşıyor olsan bile, doğduğun evi asla tanıyamadığını biliyorum. Üzerindeki çelik ve cam tabutların, kentin kalbinden uzaklaştıkça, ahşap ve taş kundaklara dönüştüğü, bütün sokak sularının döküldüğü denizin kıyısında sessiz bir ev.
Sessiz ve kalın duvarlı bir ev.
Nefes almadan önce düşünülen bir ev.
Her şeyin ve herkesin mükemmel olduğu bir ev.
Tanıklık ettiğim dünya, şiddet kullanılarak yönetiliyordu. Ancak kimse bunu itiraf etmiyordu. Hatta şiddet kelimesi bile gömülmüştü. Onun yerine başka bir kelime kullanılıyordu. Para. Çok daha nazik. Çok daha yasal. Çok daha ahlaki. Çağdaş uygarlıkta şiddetin anlamı paraydı.
Buradan çıkmak mümkün mü? Buradan çıkılabilir mi? Çıkılsa bile nereye gidilir?
İnsanlara ihtiyacım olduğuna inanmaya başlamıştım.
Demek ki, insanların sokakta yürürken, günde bir kez de olsa umut kelimesini bir tabelada okumaya ihtiyaçları var.
Bugünlük düşünebileceğim başka bir şey var mı diye baktım, aklımın sağına soluna.
Yok.
Peki.
Zaten hayat da yetmeyecek düşünmeye her şeyi...
Biz insanlar, sadece iyi bir performans gösterip öyle ölmek istiyoruz.
Yoksa, başka yapacak bir şey yok...
Ya hayatlarının anlamını bulamayanlar?
Onlar ne olacak?
Onlar da,
Göğüslerinde bir et parçasıyla, canlı canlı çürüyecekler.
Ve buna da yaşamak demeye devam edecekler.
Yürüyorum. Yürünmesi gerektiği için değil. Sadece yürüyebildiğim için.
Kabul etmek gereken ilk gerçek de, doğumunda gözlerinin kapalı olduğu...
Hayata karanlıktan geldiğini bilmelisin. Anavatanın karanlık. Karanlığın kuralları yoktur. Karanlığın tarihi yoktur.
Doğumundan birkaç saat sonra gözlerini açmanın nedeni, ışığın seni beklediğini bilmendir.
Ben içinde karanlığın ağır bastığı bir çocuktum. Karanlık basınca kendini tanıyamayan bir çocuk. Adını koyamadığım bir duygu vardı içimde.
Parçalama ve parçalanma duygusu.
Gitmek istiyordum.
Hayatın sonuna kadar gitmek.
Zaten acıya ve yalana ne kadar dayanabileceğimi hep merak etmişimdir.
Hayat = zevk - acı.
Sonuç pozitifse yaşamışsındır hayatı, negatif ise doğduğun gün ölmüşsündür.
Şu an sadece kalp atışımı dinliyorum.
En sevdiğim ve tek dinlediğim grup: Atardamarlar!
Mükemmel bir orkestra.
Hiç nazlanmadan çalıyor. Kaprissiz. Ben ne zaman istersem...
Bir Kadın Seni Seviyorsa (3)- Nursen Yıldırım
Bilinmeyen bir zamandan,
Kimsenin duymadığı bir ses işittim,
Bahar geldi diye…
Yapraklar hiçbir zaman böylesine sarılmamışlardı umutlarına
Peki ya neydi,
O bulutların üzerindeki gözyaşları?
Düşmek istemiyordu toprağa...
Kaçıyordu belki de
Toprak yalnızca toprak değilmiş
Sevdiklerinin yorganıymış
Bundanmış kokusunu seviyor oluşumuz
Kalp de kırılıyormuş
İyiliğe olan inancımı kaybetmemek için çırpınırken,
İçimde özenle büyüttüğüm çiçeklerimi koparan herkese kırgınım
Gidecek yerim olmayışından değil
Sevgimin gururumdan güçlü oluşunu bir silah gibi kullanan herkese kırgınım
Telefonumu kapattım
Kimse beni aramasın istediğimden değil
Aksine
Beni merak etsin birileri
Hayatımda bir kez olsun birileri benim için endişelensin istedim
Önemsenmek istedim
Ben,
Biten her şeyi ve herkesi olduğu yerde bırakıp,
Arkama bakmadan yoluma devam ettim
Anlamadığın nokta bu!
Seni bırakamadım değil, bitiremedim...
Son bir kez daha karşında durabilmek isterdim
Sana artık eskisi gibi bakmadığımı,
Bakamadığımı gösterebilmek için
Tükettiğin şeyi gösterebilmek için
Konu ve şartlar ne olursa olsun yoluma devam edebilirim
Bu çok güçlü oluşumdan değil,
Yoluma olan inancımın çok kuvvetli oluşundan
Biliyorum,
Bir şey kesiyor içini
Bir şey yumrukluyor göğsünü durmadan
Biliyorum,
Ateşe verilmiş bir orman var içinde,
Deprem sonrası yıkılmış bir ev,
Bir kuş yaralı.
Biliyorum
Tüm bunlara rağmen,
Ağlayamıyorsun.
Hissizliğinden değil,
Alıştığından şiddete.
Affediyorsun demiyorum
Diyemiyorum
Benim ölseler affetmeyeceğim insanlar var
Bana, ölsem affetmeyeceğim şeyler yaptılar
Ama daha az hatırlıyorsun
Biliyorum "ben şimdi ne yapacağım" sorusunun içine düşürdüğü çaresizliğini
Biliyorum ''belki karşılaşırız'' umudunu
Kendini "yok" hisseden kadınlar var
Varlığını,
Güzelliğini,
Neşesini kaybettirdiğiniz kadınlar var
Kendini "hiç" hisseden kadınlar var
Neden bazılarımız asla sevilmeye layık görülmedi mesela?
Neden bizdik yenik başlayan hayata?
Neden benim annem ölü?
Kendimi çok yüksekten yere düşmüş camdan bir vazoya benzetiyorum
Bileklerimi değilse bile,
Umutlarımı kesmişliğim var benim
Kırılmış hissediyorum.
Kaçırılmış
Kandırılmış
Eksilmiş
Dağıtılmış
Ve karıştırılmış
İyiyim.
Hepsine rağmen.
Yorgunluğuma,
Çocukluğuma rağmen...
Size,
Terk edilmişliğime,
Bu sabaha rağmen...
Hasar Ayini- Seyyidhan Kömürcü, Kendinin Ağacı (2)- Seyyidhan Kömürcü
Kandım
Kaldım
Ve anladım
Önümde beş öğün yangın
Dünyada çok önemli şeyler oldu
Bu dünyada birini sevdik
Bir tayın bir taya baktığı
Bir tayın, bir taya uzun uzun baktığı
Bir tayın bir tayı bıraktığı gibi, dünyada çok önemli şeyler oldu
Ben bir ilk
Tam uyumak üzereyken nerelerden
Ben bir ilk
Uyanır uyanmaz nerelerden dönemedim
Sanki dünyaya gelmedim de
Olmayan bir yerde,
Olmayan birine bakıp bakıp çıktım ben
Hayatım oturmuş da,
Ben ayakta kalmışım hissi
Uyanınca mektubuna cevap yazdım
Dedim ki:
Neresinde kaldığını unuttuğun bir kitabı okuma
Alnında bir yer var
Kullanılmamış bir yalnızlık
Sanki durmadan bir çiçeğin kenarını anlatıyor bana
Gözleri son kez soruyor hazır olup olmadığımı
Ölümü hazmedip edemeyeceğimi
Ben onun kadar iyi anlatamıyorum derdimi gözlerimle
Dudaklarımla yanıt veriyorum sorusuna
Kimseyi öpmediğim gibi öpüyorum
Hayatı öpmediğim gibi öpüyorum ölümü...
Şunu çok iyi biliyorum ki,
Filmler ve kitaplar beni benden gizliyor
Ve,
Umudunu kesmeyenlerin hatrına dönüyor dünya
Ben yürüyüp gitmek istiyorum bu kargaşanın içinden
Tüm olup biteni silip gitmek istiyorum
Affedilmeyince öfkelenen her çocuk gibi,
Kırılan oyuncağıma gözden uzakta ağlamak istiyorum belki
Her canım yandığında bilek burktuğum her şey tek tek yükleniyor sırtıma
Evrenin kuralı bu
Tökezlersen,
Tüm taşlar, başlar nasıl çelme takacağının telaşına
Her şeyden soyunup gitmek istiyorum bu oyundan
Gidiyorum diye beni suçlama
Gitmemek için verdiğim çabayı hatırla
Yalvarışlarımı
Çırpınışlarımı
Haykırışlarımı hatırla
Duymadın beni
İnsan durduk yere hiç evini terk eder mi?
Adam olamadım bu şehirde,
Akşamları yalnızlıktan,
Sabahları işsizlikten,
Ve senin yüzünden
Bundan böyle sade geçecek hayatım
Eski bir aşkı hatırlayacağım zaman zaman
Her yeni günle değişecek gökyüzü
Bir sıcak rüzgardır, esecek
Orda yok olmak,
Orda yok sayılmaktan da iyidir
Eminim
''Okuyarak öğreneceksin. Ama severek anlayacaksın.''
Saadet zamanı
Avluya doğru oturmuşuz
Sen ve ben
Endamımız çift,
Suretimiz çift,
Ruhumuz tek,
Sen ve ben
Bulandıran palavralardan azade, gamsız bir keyif
Sen ve ben,
Ne sen varsın ne de ben,
Bir olmuşuz aşk elinden
Bu dünyada senin gibi temiz biri yok
Güzel yok,
Latif yok,
Tezcanlı yok
Bu yolda çok olur dil uzatmalar
Sen bizle nasılsın?
Artık korkuya mahal yok
Hata yapmak bizde istemediğin kadar
Kötü şöhret, aşk, coşku, sarhoşluk çokça var
Bunların arasında maksat sensin
Yakınma hiç boşuna
Sen varsan, her şey var
Hoştur bana senden gelen
İnsanın değeri ne ile ölçülür; bilir misin? Aradığı şeyle! İnsan neyi ararsa ona layıktır
Senden taze
Senden yeşil olmaz bahar
Senden daha parlak olamaz mehtaplar
Senden güzel uyanan seher yoktur!
Senden daha tatlı bir şeker nerde var?
Sen cansın,
Sen cihansın
Cihan, ancak seninle hoştur.
Hoş olmayan her şey, seninle hoştur
Güzeldir
Huzurludur
Her kim ki azda çokta gözü yok
Zenginlikmiş,
Yoksullukmuş derdi yok
Hiç gökyüzü,
Kendi başından dönme sevdasını çıkarabilir mi?
Yeryüzü de teninden titremeyi hiç giderebilir mi?
Göklerin yolu, senin gönlündedir
Gönül, senin yerini tutacak bir kimseyi asla aramaz
Senin vuslat gülünden başka, hiçbir gülü asla koklamaz
Aşkta konuşma, aşktan bahsetme yoktur
Aşkı yaşamak vardır
Aşkta inlemek,
Gözyaşı dökmek vardır
Bu gözyaşları sana kafidir
Ey sevgili!
Nu-Man O To/ Divan-ı Kebir- Mevlana
Bir Akşamda Çocukların Türküsü- Afşar Timuçin
Baba nisan yağmurları bir panayır türküsüdür Birazdan güneş açınca verecekler oyuncaklarımızı Baba savaş olmasın savaş çıkarsa Kirletirler göklerimizi yırtarlar uçurtmalarımızı Baba savaş patlarsa en çok bize kızacaklar
Ağabeylerimiz kıracak çelimsiz bacaklarımızı Bilyalarımızı ezecek tanklar düşlerimizi dövecek toplar Çamurlara bulayacaklar nisan yağmurlarımızı Güneşlerimizi ve aylarımızı söndürecekler Kendi çocuklarına götürecekler belki de portakallarımızı Baba onlar da çocuktur onlar da kuş dili bilir Kuş dalı gözünden anlar dal kuşu tüyünden tanır Rüzgârlardan rüzgârlara yıkım gelmez hiçbir zaman O çocuklar o portakalları ölür de yemez
Hurufi Melal- İhsan Deniz
''Senin artık gülmekten vazgeçtiğin gün topladım bu hurufat tozlarını Gözlerindeki ışığa yeniden dokundum, rutubetli sabrını yarıladım, badem çiçekleriyle tazelenen gönül bağını yağmurlu vedalara bağışladım...''
Cumartesi Beşi Çeyrek Geçe- Elif Gülnur Parmaksız
Bir cumartesi günü
Saat tam beşi çeyrek geçe...
Bana gel eski günlerdeki gibi yine
Çok güzel bir zaman yarattım ikimiz için de
Ve çapkınca gülümse...
Elinde bir çizik olsun
Kopartırken nar çiçeğinden hatıra
Yüzünde o bildik yaramaz çocuk edası...
Bir sürpriz yap bana ne olur....
Her cumartesi günü beşi çeyrek geçe
Yüreğim ellerimde
Seni beklerim
Bunu yaz bir yere
Nasıl dünya bir durduğu yerde beklemezse,
Senin düşüncelerin de gelecek benim bahçeme
O an beni bul beklediğim bu evde.
Unutma
Sadece sen,
Ben ve gökyüzünde birkaç tanık
Şahit olacak hikayemize...
Gerçek Ad- Yves Bonnefoy
Sen olan bu şatoya çöl diyeceğim Bu sese gece,
Yüzüne yokluk,
Ve sen bu kısır yeryüzüne düştüğünde, Hiçlik diyeceğim seni taşıyan şimşeğe Sevdiğin bir ülkedir ölmek
Geliyorum Ama hep karanlık yolların boyunca yok ediyorum biçimini
İstediğini ve belleğini, Acıma bilmeyen düşmanınım ben senin Savaş diyeceğim sana
Ve savaşın gözüpekliğiyle davranacağım Ve ellerime alacağım karanlığı
Delik deşik yüzünü, Kalbime, fırtınanın aydınlattığı bu ülkeyi Bu koyu ışığın görünebilmesi için Sözlere bile bir öz gerek, Bütün türkülerden öte bir kıyı Yaşayabilmen için ölümü aşmak gerek, Akıtılmış kandır en arı varlık
Bir Ses, Douve Konuşuyor- Yves Bonnefoy
İhtiyarlıyorduk,
O bir dolu yaprak bense pınar, O az güneş bense derinlik, O ölüm bense yaşama bilgeliği İstiyordum ki, zaman alaycı olmayan gülüşüyle Fauna
Yüzünü göstere karanlıkta, Karanlığı taşıyan rüzgâr esse Ve kuytu pınarda sarmaşığın içtiği Derin suyu bulandırmak ola ölüm Ara sıra, derdin,
Tan sökerken Dolaşıp o kararmış yollarda, Taşın uyumuşluğunu paylaşırdım
Kördüm onun gibi tıpkı... İşte çıktı o yel, gülünç oyunlarımı Ölüm perdesinde belirten pırıl pırıl. Özlediğim yazdı, Gözyaşımı kurutacak kızgın bir yaz, İşte çıktı o soğuk, üyelerimde büyüyen, Ve ben uyandım ve acı çektim. Sen ey kaçınılmaz sürem, Ey toprak, o en çıplak, bıçak gibi! Özlediğim yazdı, Mutluydum gerçek, Ölesiye hem. Gözler yitmiş,
Ellerim açılmakta pisliğine Bir bengi yağmur Sönüp bitsin söz Sönüp gitsin söz Şu basık odada, senin bana erdiğin, Daralsın ocağı çığlığın, kapansın Sönüp bitsin söz
Tanrım, sensiz deli oluyorum. Seninle daha da deli oluyorum!
Nice ormanlar geçtim
Denizler seyrelttim
Yollar eskittim,
Abandım kıyısına göğün
Ve kuytusuna koyakların
Dua ediyor muydum? Bilmiyorum
Benden daha akıllı biriyle konuşuyor
Ya da konuşmaya çalışıyordum
Tanrım, diyordum, bana yol göster
Yaşamım buysa,
Bana katlanma gücü ver
Bunu yaptığımı biliyorum
Doğmaya çalıştım
Tanrı varsa, şahittir
Ve ahiret varsa, oraya gittiğimde mutlaka şunu söylerdim:
"Tanrım,
Zaten cezalarımın bedelini dünyada ödedim.
Hem doğduğumda
Hem yaşadığımda
Hem yeniden doğmaya çalışırken."
Tanrım,
Bu dünya, bir kalp kırıklıkları diyarı
Kaçmanın bir yolu yok mu? Kaçmam gerek! Hem de hemen!
Kapılardan
Pencerelerden,
Tavanın,
Tahtasının arasından!
Kollarım, bacaklarım kirişlerin arasında parçalansa bile bunu yapmam gerek!
Gitmekti insan,
Kalmak değil
Ve aramak mühimdi bulmaktan çünkü
Nedir bulvarlara taşan bu kalabalık ücra?
Nedir bu bekleyiş?
Ekranlardan içimize Mdüşen bu telaş?
Bu gelgit,
Bu itiş-kakış
Tanrım!
Bu nasıl hayat böyle?
Düşlerle gerçeklik hep çatışma içinde
Kimin daha çok acı çektiğini gösterebilecek bir ölçek yok
Ve bunu yargılayacak kimse yok
Kimsenin başkalarının acılarını yargılamaya hakkı yok
Ve başkaları tarafından, kabul edilmesini sağlamak gibi bir görevimiz de yok
Ama eğer acı çekiyorsak, sadece kabul etmek gerek
Bırak da yatayım Tanrım
Tıpkı bir taş gibi sakin ve hareketsiz...Ve izin ver, günün ilk ekmeği gibi taptaze kalkayım
Hayaletlerin dünyada dolaştıklarını biliyorum
Öleceğimi de biliyorum
Yalnızca bir günlük yaşam için dünyaya geldiğimi biliyorum
Biliyorum son sabahın ne zaman olacağını
Işığın ne zaman ürkütemeyeceğini artık geceyi
Ve ne zaman sonrasız olarak bitip, tükenmez bir rüyaya dönüşeceğini
Bana tutku verecek herhangi bir şeye ya da kimseye artık rastlamayacağımı biliyorum
Başlangıçta bir uçurumun üzerinden sıçramanın gerektiği bir an vardır
Düşünmeye kalkarsa, atlayamaz insan
Artık bu gerekli sıçrayışı yapamayacağımı biliyorum.
Fakat yıldız kümelerinin sık sıralar halinde dairesel devinimlerini gönlümce izlediğim zamanlar, ayaklarımın artık yeryüzüne değmediğini hissediyorum...
Başladığım yere dönmüş sokakları arşınlıyordum yine
Etrafımdaki yüzlere baktım
Yüzümün onların yüzlerinden farklı olmadığını biliyordum
Kanı çekilmiş,
Gergin, endişeli, yitik yüzler.
Köklerinden koparılıp,
Güzel bir vazoya yerleştirilmiş çiçeklerden farksız yüzler
Ah Tanrım, anlatılamayacak bir şey bu...
İnsanoğlunun kaderi bu mu?
Aklını kaybetmeden önce mi mutluydu, kaybettikten sonra mı?
Son mu bu?
Yoksa başlangıç mı?
Burada yaşadıkça, umulacak yalnızca tek şey var:
Çıldırmamak
Eğer henüz çıldırmamışsam tabii
Kuşku duyuyorum
Korkuyorum
Kendi ruhuma bile itiraf etmeye cesaret edemediğim tuhaf şeyler düşünüyorum
Tanrım beni koru,
Sırf sevdiklerimin hatırına bile olsa...
Bana güç ver!
İnsanlar, diğer insanların üzerine bassalar da cezası yok
Bana bir öfke maskesi ver!
Aslında....Sana inanmıyorum Tanrım
Ama ne olur bana yardım et
Kitaplık Sayı 209 (Mayıs - Haziran 2020)/ Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm- Gökçer Tahincioğlu/ Bulantı- Jean Paul Sartre
Harry Potter XIX- J.K Rowling
''...Bir plan yaptı. Bu kez başarıya ulaşılmalıydı artık. Karışık bir kafaya en iyi gelen şey, zorlu bir antrenmandır, diye düşünüyordu.
Tuhaf kazalara ve yaralanmalara alışıktı. Eğer Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’na devam ediyorsanız ve belaları üstünüze çekme konusunda hünerliyseniz, bu kaçınılmaz bir durumdu zaten.
Gözleri öfkeli, bakışları sabitti.
Harry karanlıkta yatağının tentesine bakarak, Voldemort'du, diye düşündü. Bütün bu aileleri parçalayan, bütün bu hayatları mahveden oydu...''
Uzaklıklar- Roni Margulies/ Bu Beden Benim Evim (4)- Rupi Kaur/ Grapon Kâğıtları- Didem Madak/ Çiçek Senfonisi- Özdemir Asaf
Yine akşam
Yapılacaklar yapılamadı yine
Başlanamayanlarla yarım kalanlar,
Pencerenin hemen dışında
Her şeyin rengi soluk bu günlerde
Her şey kirli bir sarıya dönük
Gerçekleşmeyi bekleyen bir dolu mucize bekliyor içimizde
Bu yüzden vazgeçmiyoruz kendimizden
Dayanılmaz oluyor ulaşamamak korkusu gitgide
Nasıl kırık dökük,
Yarım yamalak, eksik,
Nasıl yamalı hayatlar geçiyor gözlerimin önünden
Bir ben anladım sanırım
Kalkmadım ama yerimden ben de
Anladım sadece
Ne zor şey
İnsanın bildiğini anlatamaması.
Ben diyip susması,
Sen diyip, ağlamaklı kalması
Bana anlat diyorlar
Sonunda sarılamayacağımı bildiğim birinin hasreti,
Nasıl anlatılır ki?
Anladım
Anladım
Uzun söze gerek yok
Ne kaçmak mümkün
Ne erişmek
Aslında başka şeyler hayal etmiştim
Ama olsun
Bildiği gibi aksın hayat
Bildiğini okusun kader
İnsan biraz da zamanın içinde süzülmeli
İyi ve kötü anıları birbirine karışıp, belirsizleşmeli
Ve silinip gitmeli
Bilmem ki
Yarattıklarımız mı çok,
Yakıp yıktıklarımız mı yoksa...
Bütün hayatımı nasıl geçirdim ben?
Kendim olup da,
Kendimi hiç göremeden?
Hiçbir zaman çiçek açmayacağı belli olan bir bitki gibi...
Ben değil bu
Ben olmayayım bu
Bu olmasın ben
Hayır ben değilim bu....
Gözlerimin kenarlarında kırışıklıklar kalsın
Onlar güldüğüm anların hatırası
Toprakta derine işleyen kökler gibi
Yüzüme işlesin çizgiler
Tutsun hayat ellerimden
Dünya bana doğru dönüyor
Ama kimseyi yakınıma getirmiyor
Sadece güneşi alıp uzağıma götürüyor
Zamanla her şey kolaylaştı ama,
Bilmem ki, ne pahasına?
Kaybettiklerim çok mu kazandıklarımdan acaba?
Başarısız olmak düşündürmüyor beni
Ben bakmasaydım sana
Sen gülmeseydin bana
Kimbilir ne kadar uzağa bakmadan gidiyordum arkama
Diyemediklerim ağlıyor
Dudaklarım ağlıyor
Uykularım ağlıyor
Yanım ağlıyor
Ben ağlıyorum
Hapsediyoruz sesimizi dilimizin altına, damağımızı parçalaya parçalaya...
Duymuyorsun
Neyiz biz?
Rüzgar çoktan ters taraftan esmeye başlamışken,
Kıyıya vuran gecikmiş dalgalardan başka?
Hüzün neydi sanki o zaman?
Ölüm neydi sanki o zaman?
Bir önseziden başka
Her şey yalan burada
Her şey yapmacık
Her yerde bu donuk bekleyiş
Ve sen bütün bunların arasında, devinim halindeki tek şeysin
Dokunur ateşe pervane
Kendini mi bulur, kayıp mı olur bilinmez
Bilir sonunu Prometheus
Bilir her gün ciğerlerinin dişleneceğeni
Ama çalar ateşi
Bilir sonunu Sisifos
Zirveye çıkaracağı kayanın
Yuvarlanıp düşeceğini
Ama taşır yine de
Taşır
Ve bilir sonunu insan
Bilir bilinmezlik arasında bir köprü olduğunu
Ama yaşar yine de
Yaşar
Sevmeni istiyorum beni
Tamamlanmamışlığımı sorgula, kına.
Yorgunum,
Azımsa yorgunluğumu.
Kırgınlığımı yer,
Önemset boşladığını şeyleri.
Kuşkulandığımda, doğrula kuşkularımı
Yatıştır sonra,
İnsancıl kıl beni.
Ben korkmuyorum sana yönelmekten,
Seni yinelemekten,
Seni yenilemekten,
Bir bağlayan,
Bir ayıran duyuda,
Senden gelmekten,
Sana gelmekten
Seni seviyorum
Bunu unutma
Sevmek,
Kavuşmaya yetmiyor
Bunu da
Sen sadece sen değilsin
Benimsin
Bendesin
Ve insan, kendisini bulacağı bir yere varmalı
Bakabiliyorsan, gör
Görebiliyorsan, fark et
Dilerim kendine gel
Dilerim kendine iyi gel
Öğrendim Ki... (VIII, Toplu Şiirler)
''...Ben çok taşa gülle karşılık verdim, çok şeyi affettim.
Öğrendim ki,
Taş çiçek açmıyor
Bunu suyu boşa harcadığımda anladım.''
Posta Kutusundaki Mızıka VI- A.Ali Ural
Sevgili dost,
Biraz yürümek, yürürken de düşünmek istiyordum.
Hareket halindeyken, düşünceler de harekete geçiyor.
Sevgili dost,
Her defasında bu iki kelimeyle başlıyorum mektubuma. Çünkü bu iki kelimeden her biri, gücünü diğerinden alıyor.
Sevgili olunmadan dost, dost olunmadan sevgili olunmuyor. Eğer bir ruh beraberliğiyse dostluk, iki ruhu bir kılan nedir? Demek, "Dost insanın bir ikinci kendisidir." Demek, "Sevgi hiç ayırt etmez; sevenle sevilen aynı şeydir."
Postanedeki memur, kâğıt parayı ışığa tutarak "sahte" olduğunu anladı. Sen nasıl ayıracaksın sahteyle gerçeği? Acaba nasıldır sahtesi basılamayacak dostluğun resmi?
Sevgili Dost,
İnsan bir bakışla ne görebilir?
Tam buruşturmaya başlamıştım ki, elimin yine bir dudağa dokunduğunu hissettim. Onu bulduğum yerde bırakamaz, hiç görmemiş gibi uzaklaşamazdım yanından. Buruşturulmuş haritanın bir yüz olduğunu fark ettiğim zaman artık çok geçti.
Sevgili Dost,
O günden beri kiminle yüz yüze gelsem, bir harita görüyorum. Küçük ya da büyük ölçekli, fiziki ya da siyasi. Her harita, Mona Lisa'nın esrarengiz tebessümüyle aydınlanıyor. Göllerine, bataklıklarına, vadilerine, vahalarına çağırıyor beni.
Mutluluk bir seyahat şekli olması gerekirken, bir türlü ulaşılamayan hayalı istasyonlar haline geliyor . Yüzlerimiz, hüznün yüzlerce elbisesinden hangisini seçeceğine bir türlü karar veremiyor.
Sevgili Dost,
Sevinçler ne de küçük ölüyorlar. Halbuki büyük doğmuşlardı.
Tebessüm, daha yayılmadan dudağa, kuruyor.
Akıl freninin patladığını söyleme bana...
Bu, durmak istediğin zaman aniden frene basmaya benziyor. Çünkü frene basmak, kolay olduğu kadar tehlikelidir de. Asıl mesele sürati ayarlamak, tehlikeyi sezmek ve firenin son direncini kaybedeceği son ânı hesaba katmaktır. Bu hem ölçü, hem de zaman işidir.
Farkına var hayatın sen de. Bir sağa, bir sola gidip dokun her şeye.
Ağaçlara, kuşlara dokunamasan da...Denize, balığa tutunamasan da. Banklara dokun, bankalara değil. Bugün bir iyilik yap kendine. Kendine dokun.
Birbirimizi tanımak için neyi bekliyoruz?
Birbirimizi anlamak için neyi bekliyoruz?
Birbirimize anlatmak için neyi bekliyoruz?
Sen Sevgili Dost,
Elde ettiğin şeyler için nasıl bir bedel ödediğini düşünüyorsun?
Ya elde edemediklerin için?
Canın yanıyor değil mi? Çünkü insan en son kendine kızar. Çünkü çoğu kez duygularını ve arzularını kendinden bile kamufle eder.
Savaşamadığın her şey, zamanla, alışamadığın bir yaraya dönüşür.
Sevgili Dost,
Bir gün sen de sonbaharla tanışacaksın. Çok seveceksin onu. Sıcak bir yaz sonu, hiç ummadığın bir anda kapını çalacak
İnsan mecbur olunca öğreniyor
İnsan çıkış yolu isterse, öğreniyor
Hiçbir şeye aldırmadan öğreniyor...
Kırbaçla kendi kendisini denetliyor
Ve en ufak bir direnişte kendi etini parçalıyor
Hayatın bir bekleyiş değil de,
Tat alınabilecek bir şey olabileceğini insan öğreniyor
Alengirli Şiirler (3), Aslında Herkes Haklı- Ali Lidar
Bir mide dolusu yalnızlık
Ve buz gibi bir sessizlik
Kal sen gittiğin yerde
Geri dönmek, unutulan bir ağrıyı hatırlamak gibi
Biliyorsun değil mi Tanrım
Çok iyi biliyorsun
İkimizde biliyoruz
Birbirimizi kandırmayalım
Ben aslında annemin,
Babamın
Ve senin, müşterek
Ve başarısız projesiyim
Kime biraz fazla yaklaşsam, delirdiğini görür gibiyim
Kalkıp gitmem lazım kalkamıyorum
Bak
Ben çok ciddiyim
İnsanlar gelip gelip gidiyorlar
Yola çıkan herkes, bir süre sonra yol oluyor
ve başka yollar geçiyor üstünden
İçinden yollar geçer
Üstünden başka insanlar geçer
Yolculuklara çıkan yol çiğnenir
Yıpranır
Ve ölüp gidemez
Size de komik gelmiyor mu ölümün olduğu yerde zaman?
Yanı başımızda her gün
Bir dağ devrile devrile,
Geçer gider de
Fark etmezler
Yürür gider aralarından
Görmezler
Ne kadar ışık varsa, aslında hepsi yalan
Ne kadar güzel ihtimal varsa, o kadar hayal kırıklığı
Belki kadar kesin
Ve keşke kadar imkânsız
Bir şey olmayacağını bile bile bekliyorsun
Bir şey olmayacağını bile bile, beklemek işte hayat...
Artık anladım
Başladığı yerde bitermiş yolculuklar
Üç tür attım belki
Lâkin hâlâ yolun başındayım
Üşeniyorum derken kastettiğim tam olarak bu işte
Sonu asla gelmeyecek bir hissi, kelimelerle anlatmaya çalışmaktan daha yorucu ne olabilir?
Yoruluyorum demedim de be
Üşeniyorum dedim,
Hepsi bu...
Kaçmak isteyip de kaçamayan,
Durması gereken yerde,
Durması gerektiği gibi durmayı da beceremeyen herkes gibiyim anlayacağın!
İçinden çürümüş bir ağaç kadar asilim
Kendine faydası yok
Gölgesi herkese yeter
Geç kalmaların arasında nefes almaya çalışıyoruz işte hepimiz
Kimimiz başka insanlara tutunup ayakta kalmaya çalışıyor
Kimimiz yaşayamadığı çocukluğuna sığınıp,
Oynayamadığı bütün oyunları bir nefeste oynamak için çabalıyor
Doğup büyüdüğü yere ait değil insan
Acı çektiği
Ya da çok mutlu olduğu yere de ait değil
Anlattıklarım kayda geçti
Anlatmadıklarım bende saklı
En çok yalan söylememeye çalışırken yalan söylüyor insan
Kırmamaya çalışırken kırıyor
Anlatmaya çalışıyorum
Çünkü bunu daha önce de yapmıştım
Anlatmaya çalışıyorum,
Çünkü kederli ve mutsuz bir manyaksan,
Daha önce anlatmaya çalıştığın şeyleri durup durup anlatmaya çalışırsın
Anlatmaya çalışıyorum
Çünkü bu dünyada gerçekten anlatmak istediğim şeyler kimsenin umurunda değil
Anlatmaya çalışıyorum çünkü anlatmazsam, susup kendi bataklığımda boğulacağım
Beni sadece anlaşılmak dinlendirir artık
''Şu ışıklar gibi olmak lazım. Her yeri aydınlatamayacağını bildiğin halde, sevgiyle, yine de yanmak lazım...''
Gelme diyecektim. İyi ettin geldiğine.
Nerdeyiz? Bir şehir yanıyor, dikkat et. Tutuşabiliriz.
İşte ilk ateş gözlerine düştü.
Sonra dudaklarına. Saçlarının arasına kıvılcımlar doldu, ışıl ışıl...
Yanıyorsun, yanıyorum, yanıyoruz.
Aramakla yetinsek bunlar gelmeyecekti başımıza. Yine de memnunum.
İyi ettin geldiğine. Taş olup kalmaktansa, ağaç olup yanmak iyi :)
Bir yangın nasıl oluyordu da hiç sönmeden yeniden yanmaya başlıyordu?
Yeniden yanmak için, sönmek gerekmez miydi?
Biz hiç sönmüyorduk.
Tekneler mesela, denizin üstündeyken yanabiliyorlar.
Enteresan değil mi?
Derdinin devası yanındayken yanmak.
Bir de seni unutamadım diyorsun
Ben bunu hiç denemedim bile
Sana yakıştırdığım bütün yağmurların dediğini yaptım
Her sonbahar seni duvarıma astım
Adını yazdım düşen yaprakların üstüne
Seni unutmadım
Hiç denemedim bile
Yitik bir aşkı savunuyorum bu gece
Ateşi bilmeyen bir bebek gibi uzatıyorum resmine ellerimi bu gece
Seni sonsuza dek seveceğimi söyleyemem. Bu samimiyetsizlik olur. Ama sonsuza dek gururunu kıracak hiçbir şey yapmayacağıma söz verebilirim. Tuttuğum eli bırakmam. Anlatılan derdi ezberlesem bile dinlerim. İki elim kanda olsa koşarım. Sabrımla, affımla, kırgınlıklarımı örterim. Ama eğer zerre itildiğimi hissedersem, bırak kalmayı, göz ucuyla bile bakamam o tarafa.
Yanmadan öğrenmiyorsunuz ateşten uzak durmayı. Ama hiç değilse bir kere yanmak lazım.
Ve solup gitmektense, bence yanmak daha iyidir.
Her insan, bir gün yaprak gibi yere düşüyordu
Kimi zaman sararmış bir yaprak gibi,
Kimi zaman haşin bir rüzgarla yere inen taze, yeşil yapraklar gibi
Şu ışıklar gibi olmak lazım...Her yeri aydınlatamayacağını bildiğin halde, sevgiyle, yine de yanmak lazım.
Üçüncü Mektup- Ümit Yaşar Oğuzcan/ Ay Terapisi-Mustafa Ulusoy/ İkizalev- Binnur Nigiz
Sadece Şiir Sayı 7
Merhaba;
Sürpriz ha?
Ümidimi kesmiştim
Dün de, ondan önceki gün de, daha önce de...
Sesim yankılanıyor evde yine
Bir insana çarpmıyor
Belli ki yoksun,
Bugün de evde yoksun,
Son zamanlarda heyecanlar çok kısa sürüyor
Hezeyanlar etkiyor ömrüme belki de
Gördüm seni
İğne iplik denkleştirirdin hayatı
Bir yeri uzun kalsa, bir yeri kısalırdı sabahın
Maviler uçtukça daha lacivertti oysa
Sen sevdikçe daha güzel
Sevildikçe dirilirdi bahar alnında
Bense sevmeyi beceremedim
Belki de sevilmeyi
Benim sevmeye engel evcil acılarım vardı
Yanına uzanıp konuşmak vardı,
Ayakta da olur hiç farketmez
Oysa ki bugün de evde yoksun
Tüm bildiklerimi unuttum,
Bütün bildiklerimi unuttum sana
Kim daha çok yalan söndürdü çay bardaklarında?
Hangisi talandı demli öpücüklerin?
Buğularda yitirilen kimin adıydı?
Bir aşktan diğerine kaç saatte gidiliyordu?
Soyulur muydu kabuğu hayatın?
Yoksa bütün vitamini kabuğunda mıydı?
Ben ayrılıkları kabul edecek kadar büyüdüm
Ama iç kanamaları durduracak kadar bilgim yok
Yani diyorum ki, gidişin bana bir hastane kokusu bıraktı
En sevmediğim koku...
Zaten senin kokundan sonra hiçbir kokuyu sevmedim ben
Yağmur şehre bir yağdı
Ben ağladım
Ben yağmur ağladım, bir şehre yağdı
Ben şehre ağladım, bir yağmur yağdı
Ben bir ağladım, şehre yağmur yağdı
Ben...
Yağmur...
Ağladım...
Kimseye anlatmadım, yalnız sana sakladım,
Oysa ki bugün de yoksun
Bak,
Şöyle yapalım,
Ben diyorum ki,
Bana lazım olan mücadele etmekti. Bize lazım olan, yaşamın duygularımızı yönlendirmesi değil,yaşamda duyguların bizi yönlendirmesiydi.
İyi niyet yetmez, dikkat ve sezgi lazım.
Büyük sabır lazım...İki gözkapağını aniden kapatmak lazım. En basitini, en acısını, görünmeyeni görmek için rüya lazım, uyku lazım.
Ama en çok siyahı görmek, bazen o siyahtan çıkmamak lazım. Geç bir vakitte, işin içinden çıkılmayan tüm olaylarda veryansın yerine, gözleri yummak lazım.
Unutmamak lazım;
Olmuş olan, olacak olanlar arasında en hayırlı olandır.
Ama gönlümüzü karartmamak için, zihnimizi meşgul edecek bir şeyler bulmamız lazım.
İnsan insana lazım.
Birilerinin mucizesi olmak lazım.
Gelmiş Bulundum- Edip Cansever/ Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var- Ataol Behramoğlu/ Kim Bağışlayacak Beni?- Birhan Keskin
Yalnız sana yazıyorum bu şiiri
İstersen bir şiir gibi okuma
Çünkü her yıl yeniden yazacağım
Seni elinden tutmuştum
Yaz geçiyordu
Yaz geçiyordu,
Biz geçiyorduk
Yazı elinden tutmuştuk
Çok ağlıyorduk
Adam gibi, aşık gibi, sarhoş gibi ağlıyorduk...
Tarihi geçmiş gazetelerin üstüne seriyorduk neyimiz varsa...
Birazdan geleceksin
Bakışacağız
Bakışacağız
Hem var
Hem yok gibi
Hem var
Hem yok gibi öpüşeceğiz
Aramızda söylenmemiş sözlerin uzaklığı,
Aramızda yaşanmamış şeylerin uzaklığı
Oysa ben senin için değiştirilecek bir şeydim
Bu yüzden yüzüme tuttuğun rüzgâr,
Parçalarıma verdiğin asit,
Beni olduğu kadar, seni de yaralayacak
Odadaki ışığı
Yenimdeki tuzu kırdım
Yastıklarda kuruyan gözyaşını
Ufku terk ettim
Geçtiğim yılları yaktım ardımda
Çocukluğumdan gelirken,
Düştüğüm o keskin virajdan sürüklendiğim bu vakte dek,
Sıkıca tuttuğum kırık, dökük inançlarım bile ölmek üzere
Kışın bana yaptıklarından,
Yazın beni öldüren yıldızlarından sonra,
Yitirdiğim mevsimler değil
Baktığım yerleri yaktım
İçime ağladığım suları da içtim az önce
Seni bir boşluğa attım
Gövdemi başka gövdeler bilmeyecek artık
Boşluk sesi ol
Hoşluk sesi ol
Seni bir boşluğa attım
Gitmek üzereydim
Kalktım
Seni şimdi bir yabancı gibi karşıma alıp,
Sanki senden bahsetmiyormuşum gibi yapıp,
Sanki benden bahsetmiyormuşum gibi,
Hatta bir aşktan bahsetmiyormuşum gibi,
fırtınayı ve huzuru anlatacağım sana
Aşkın bu kuzeyden nasıl düşürüldüğünü,
Artık sonsuza dek yitirdiğimiz büyünün bitişini,
Hiç gerekmeyen yıllarda huzur,
Çok gereken yıllarda da fırtına nasıl yaşanır onu anlatacağım
Seni bir yabancı gibi karşıma alıp
Bunun dayanıklı bir şey olmadığını,
Sürekli kılınmadığını,
Çünkü aşkın yapılan bir şey olmadığını,
Başlangıçta bir melek konduğunu
Sonunda bir kelebek öldüğünü,
Yani kısacık sürdüğünü,
Oysa hayatın bir korkular ve alışkanlıklar bütünü olduğunu,
Bütün bunları sana nasıl anlatacağım?
Kalbim,
Ölü mevsimler gibisin
Bir şeyin görünmeyen iyi yanları gibi
Ama bitti mevsim,
Bir başka yolcu yok sana
Fark etmez gibisin.
Kalbim,
Anla,
Bitti mevsim
Bir başka yolcu yok sana
Macbeth- William Shakespeare
Korkudan yediğim lokma boğazımdan gitmeyecekse,
Her gece korkunç rüyalar saracaksa uykularımı,
Varsın her şey çığrından çıksın
Bu dünya da yıkılsın,
Öteki dünya da
İnsana rahat nefes aldırmayan kuruntularla,
Beynimizi bir işkence masasına çevirmektense
Ölüp rahat etmek daha iyi
Hayat dediğin ne ki?
Yürüyen bir gölge,
Bir zavallı kukla bu sahnede
Bir saat boy gösterip, boyun kırıp gidecek!
Bir daha da duyulmayacak artık sesi
Ama unutma ki, bu aşağılık dünyadasın
Çoğu zaman kötülüğü baş tacı edip,
İyiliği çılgınlık sayan dünyada
Niye korkunç düşünceler geçiyor kafamdan?
Tüylerim diken diken oluyor?
Kalbim hiç olmadık şekilde,
Güm güm kaburgalarıma vuruyor?
Hayalimizdeki korkular,
Gerçek korkulardan daha kötü
Benim söyleyeceklerim öyle sözler ki,
Issız çöllere gidip çığlık çığlık bağırmalı,
Tek insan kulağı duymasın diye...
Ey baş kaldıranlar,
İndirin başınızı!
Uyku yok artık!
Macbeth uykuyu öldürdü!
Evet, masum uykuyu,
Kaygılar yumağını çözen uykuyu,
Her günkü hayatın ölümünü
Yorgunlukları yıkayan suyu,
Yaralı canların merhemini
Yüzümüzü bir maske gibi takacağız yüreğimize, içindekini görmesinler diye
Gel ey gece,
Kirpikleri kavuşturan karanlık,
Bağla gözlerini yumuşak yürekli gündüzün
Gel!
Gidelim, en tatlı yüzümüzle
Boyayalım gözünü herkesin
Kalleş bir yüreği, kalleş bir yüz gizlesin
Yalancı bir yüreğin içindekini
Verdiğimiz kanlı dersi alan gelip, bize veriyor aldığı dersi
Doğruluğun şaşmaz eli bize sunuyor, içine zehir döktüğümüz kupayı
Ama onları sarhoş eden şarap, beni yüreklendirdi
Onların ateşini söndüren, benimkini körükledi
Dile getir duyduğun acıyı !
Dert sustu mu,
Yüreğe dolar için için, yıkar yüreği!
En büyük acılar gündelik kaygılara döndü
İnsanın düşündükleri
Gördüklerinden daha korkunç olurmuş meğer
Giyinip kuşandığın umut, sarhoş muydu yoksa ?
Neden korktuğumuzu bilmeden kuşkular içindeyiz?
Kudurmuş bir denizin ortasında
Sağa sola boşuna yalpa vurup,
Olduğumuz yerde sayar gibiyiz?
İnsan nasıl hem akıllı hem şaşkın,
Hem öfkeli, hem durgun olabilir ?
Nasıl hem candan bağlı, hem kayıtsız kalabilir ?
Var mı böyle insan?
O zaman insandın asıl,
Yapmaya yüreğin olduğu zaman
Daha ileri git şimdi,
Daha fazla insan olmak istiyorsan
Evet, insan diye geçersiniz listede
Zağarlar, tazılar, kurt, çakal bozmaları da köpek diye geçer
Ama iş değer sırasına geldi mi,
Köpeğin hantalı, çeviği, avcısı, bekçisi
Cömert tabiatın verdikleriyle ayrılır birbirinden
Özel bir ad alırlar köpek listesinde
İnsanlar için de böyledir
Bana söyleyin şimdi:
Sizin, aşağılık insan sıraları dışında
Kendinizin sayılacak bir yeriniz var mı yok mu?
Bir anda bu dünyayı olsun kazanıversen,
Zaman denizinin bir kumsalı olan bu dünyayı,
Öbür dünyayı gözden çıkarır insan
Kulaklarınız sakın küsmesin dilime,
Duyabilecekleri en acı sözleri söyledi diye
Ya gecenin zaferi bu,
Ya da gün utanıyor doğmaktan....
Yıldızlar, kapayın gözlerinizi!
Hiçbir ışık sızmasın
İçimdeki derin,
Karanlık isteklere.
Göz görmesin, elin ne yaptığını
Yine de olsun ama, olsun bu iş
Gözün bakamayacağı kadar korkunç da olsa
Geri dönmek de,
İleriye gitmek kadar zorlu olacak ne de olsa
''Bazen sadece kısacık bir buluşma, birinin hayatını sonsuza kadar değiştirebilir.''
Caddeler bu yükü nasıl kaldırır tanrım?
Bu kalabalık fazla
Bu akşam fazla
Bu yağmur fazla
Odalar Tanrım, nasıl dayanır bu boşluğa?
Akşamlara kadar
Sabahlara kadar
Uzaklara kadar
İnsan sevgisiz Tanrım, nasıl yaşar?
Bunca arzudan sonra
Bunca büyüden sonra
Bunca gözyaşından sonra
Zaman Tanrım, nasıl büyütür bizi?
Güzellik olmasa
Yalnızlık olmasa
Unutmak olmasa
Ölümü insan, nasıl kabul eder Tanrım?
Ağaçlar yaşarken,
Bulutlar yaşarken,
Çocuklar yaşarken?
Çevremde, dayanacak sağlam bir şey:
Beni düşüncelerimden koruyacak bir sığınak aradım
Böyle bir şey yoktu
Kimsenin bir şey aramadığı,
Ama herkesin her şeyi bulmuş gibi davrandığı bir dönem bu
İnsanlar
Düz olanlar var
Kaoslara karışmayanlar var
Kalabalıklara girmeden
Yalnızlığıyla kazananlar var
Anlaşılması güç,
Derin insanlar var
Ateş denilse yanan, su denilse eriyen...
Ayak bileklerimde annemin bileğine bağlı ipler vardı. kâbuslardan kaçarken damdan düşmeyeyim diye
Ben yaprakları çığlığa benzeyen,
Çok fena bir ağaç olmak istiyordum
Yapmakla olup bitseydi bu iş, yapardım, olurdu, biterdi.
Çocukluk gülüşlerimden geçiyorum
Sınırlarımı ziyaret ediyorum
İçimdeki anlamsız konuşmaları dinliyorum
Artık kalbim yorgun
Ve herkese kırgınım
Bir ağaca kırgınım,
Bir çiçeğe kırgınım
Oturmuş bir koltuğa bakıyorum
Kim bilir ne karmaşa yaşanıyor
Ne fırtınalar kopuyor,
Ne planlar yapılıp,
Ne umutlar sönüyor
Bu bitmez yolculukta
Camdan bakarak
Görkemli,
Aşılmış mı bilemem
Akşamları gerginleşen dağlar görüyorum
Annem şöyle demişti:
''Evden çıkmadan, evin havasız olduğunu anlayamıyorsun. Bazı insanlar da böyledir.
Uzaklaşınca anlarsın sana ne kadar zarar verdiklerini.''
Herkes yüzümde kötülük belirtileri okuyordu. Yoktu böyle bir şey aslında. Ama onlar okuyordu. Sonunda dilekleri gerçekleşti. Alçak gönüllüydüm, beni hesaplı olmakla suçluyorlardı, sustum. İyiliği ve kötülüğü derinden duyuyordum. Beni anlamıyorlardı. Hep kırıyorlardı. Kinci oldum. Neşesizdim, öteki çocuklar gibi gibi şen ve geveze değildim. Kendimi onlardan üstün görüyordum. Ama herkes beni onlardan aşağı görmede sözbirliği etmişti, kıskanç oldum.
Bütün dünyayı sevebilirdim. Beni kimse değerlendirmedi. Ben de nefret etmeyi öğrendim. Renksiz gençliğim kendimle ve çevremle savaşmakla geçti. En güzel duygularımı, alay ederler diye, kalbimin derinliklerine gömdüm. Onlar da orada öldüler.
Sevdiğim insanlara kızabilirdim,
Eğer sevmek bana mahzun durmayı öğretmeseydi
İnsan dünyaya geldiği gün,
Bir yandan yaşayamaya, bir yandan da ölmeye başlıyor
Taş olsa dayanmaz deniyor bazı acılara
Tanrım
Adımı söyle
Adımı
Topraktan fışkıran bir su kabiliyetiyle söyle
Anla
Ve not et incirin yaralandığını,
Rüzgarın kırıldığını,
Islığın kesildiğini,
Sesin kaçışını
Anla
Ve yardım et ruhun yoksulluğuna, yüzümün utanan taraflarına
Yerle yeksan olmuşken umutlar
Başka bir yer,
Başka bir zaman,
Her şey başkalaşmışken
Tam da dibe çökmüşken
Benim yüreğim her şeye rağmen ümit ediyor
Hayat beni utandıracak,
Beni mutlu kılacak,
Beni kedere boğacak,
Benim için ölecek,
Beni korkular, acılar içinde bırakıp gidecekti
Öğrenecektim
Beni alçak,
Beni korkak,
Beni hain,
Beni kurnaz,
Beni zalim yapacaktı, öğrenecektim
Öyle çok şey öğrendim ki,
Geçmiş denen şeyin, insanın hafızasında sürekli değiştiğini,
Dış görünüşün bazen ne kadar aldatıcı olduğunu,
Ve çiçeklerin altında da yılanların gizlenebileceğini öğrendim
Her şey yolundaymış gibi çıkardım yola,
Ne mutlu bana
Yola çıktıkça öğrendim
Bir de yolda kaldıkça
Herkesin bir hikâyesi var
Ve öğrendim ki,
Hikâyelerimizin çoğu özünde birbirine benziyor
Bağlantı güçlü olabilir
Bazen sadece kısacık bir buluşma, birinin hayatını sonsuza kadar değiştirebilir
Kuş Uçar Kanat Ağlar- Şükrü Erbaş/ Bazı Yollar Yalnız Yürünür- Özgür Bacaksız/ Bir Ağustosun Son Gününe Ağıt- Raşit Ulaş
20 Yaşıma Mektup...(17)
Sevgili 20 Yaşım,
Umarım sırlarını sağ sola anlatmıyorsun
Yeniden tanışmak mümkün mü seninle?
Deniz temiz sabah saatlerinde, aydınlık, güneş neşeli. Oysa kahırlı günlerden geçiyoruz. Cehalet, vasatlık, bayağılık salgın! Sonra durup düşünüyorum da, bundan otuz sene önce de böyle değil miydi? Fırsatım olsa 20 yaşımla söyleşmek isterdim.
Hayatı 20 yaşında sevdim çünkü. Öte yandan 20 yaşında ölmek de istedim.
Biliyor musun, yarım asır geçti aradan. Ben çok okudum. Çok şey öğrendim. Öğrendikçe, öğrenilecek daha çok şey olduğunu öğrendim. Ama yine de, yarınlar daha güzel olacakmış gibi geliyor bana.
Gel 20 yaşım, otur şu karşımdaki koltuğa. Sana bütün sevinçlerimi, bütün üzüntülerimi, bütün pişmanlıklarımı ve hayatla dolu dolu olan bütün anlarımı anlatayım.
İlk gençliğimde Ferhan Şensoy sahneden söylerdi "Rakımız var, içesim yok!" diye. Olanakların olması, buna gereğince sahip çıkmak anlamına gelmiyor.
Sanki çocukluğu ve gençliği bir hücrede geçmiş, dünya hakkında bilgisi o hücrenin penceresinden gördükleriyle sınırlı, özgürlüğüne yeni kavuşmuş bir mahkum gibiydin.
Dünyanın her noktasına ve her derdine yetişemezdin.
Ne kâğıt-kalem ne de gitarın seni koruyabilirdi. Kendini iblislerden sakınacak kadar zeki falan da değildin. Kendini kendinden koruyacak kadar bile zeki değildin. Aklını kullanmanı önleyecek hasarların ve zaafların vardı. Kısacası, dallamanın tekiydin.
Kalabalığın peşinden gittim. Bu bir hataydı.
Yorumsuz kal, diyemem. Sinsileşemezsin ve kaçak güreşemezsin. Zayıfsan, eksik bilgiyle donanmışsan, yorumlamamanın aklını göstereceğini unutma.
Bir yargıda bulunman gerekiyorsa dikkatli ve özenli ol. Yargılamak, anlayışlı olmanın düşmanı olabilir.
Kendini bulmaya çalışıyorsun. Neden yaşadığını, yani yaşamanın bir sebebi olup olmadığını sorguluyorsun. Böyle oluşundan niçin acı çektiğini merak ediyorsun. Çözmen gereken bir bilmece olduğunu ve çözemeyeceğini sanıyorsun. Sadece olmakla, yani başka türlü olmamakla yetinmek zorunda olduğunu çok sonra öğreneceksin.
Bazen benliğini başkalarına ihale etmelerin, diğerlerini en öne koymaların olacak. Yavru kedi bile senden önemli kalacak hayatta. Özgürlüğünü kısıtlayan yüklerinden bağımsızlaş, diyemem. Hangi duyguya yakınsan onu akılcı bulacaksın. Kimileri dünyaya alacaklı geldiğini sanır, sen hep borçlu hissedeceksin. Ufacık iyiliklerin diyetini ödeyemeyeceksin ne yapsan. Yeter artık aptallaşma, seni kullanmalarına izin verme, kendini de düşün diyemem. Sen vermeyi almaktan çok sevmişsindir mutlaka.
Ama mesela sınavları filan fazla dert etme diyebilirim, hepsi palavra, geçersin yani. Hastalık kuruntularını da boş ver. Kalp hastası filan değilsin. Çarpıntıların kahve, sigara, uykusuzluk, biraz huysuzluk, biraz ucuz şarap yüzünden. İnsan o yaşlarda dramatize etmeye bayılır. Her şey dünyanın sonudur. Ya da tam tersi. Her şey dünyanın başlangıcı...
Yine kızdın, biliyorum. Kızma.
Mesele 20 yaşında olmak değil. Mesele 20'li yaşlara gelirken yaşadıklarımızın sonraki bizi belirliyor olması.
En büyük yarışın kendinle. Kendi içindeki güzeli, en kalıcı olanı keşfetmek için çabalıyorsun. Biraz zaman alacak ama göreceksin, bulacaksın aradığın sırrı.
Kusursuz bir denge olmayacak belki. Bazen yalpalayarak, uçurumun kenarında yürüdüğünü hissedeceksin. Yine de ayakta kalacaksın.
Bir gün gelecek, sahip olduğun her şeyi son küçük maceran için feda edebilecek hale geleceksin. Parayla satın alamayacaksın.
Şimdi sıkı dur:
En sevdiklerinden kaybettiklerin olacak. Tutunduğun en büyük dal kırılacak.
Onunla sen de kırılacaksın, hem de pek yakında. Sorarlarsa "biliyordum zaten'' diyeceksin.
"Hazırdım" diyeceksin. Çok bir halt biliyormuş gibi... Geçer sanacaksın.
Kibirlisin ya, geçmeyecek. Acılarımız geçmez, çocuk. Onların bizde bıraktıklarıyla yaşamayı
öğreniriz sadece. Sen de öğreneceksin.
Bu bence bir gencin bilmesi gereken en önemli şey Sevgili 20 yaşım,
Gençlik,
Yaşamamışlık,
Tecrübesizlik,
Ve cesaret...
Hiçbir şeyin olmadığını söyledin diye, gerçekten iyi olacağın anlamına gelmez ki...
Sabahın körü
Çok sevdiğin bir yerden,
Hiç istemediğin bir yere gitmenin gömleği üzerinde
Ne sen anlıyorsun gittiğin yeri,
Ne gittiğin yer anlıyor seni
Dünya zaten hep böyle bir yerdi
İlk defa bir şeyi başka seviyorsun
İlk defa bir yere başka yürüyorsun
Adım bir yokuşa verilmişti
İnip inip çıkıyordum
Gürültüden uyuyamadığım gecelerde,
Dışarıda hiç ses yoktu
Birçok insanın kafasını karıştırıyorum
Çünkü hüzünlü bir ruhum,
Ve mutlu bir kişiliğim var
Korkunç derecede güvensiz hissetmekten,
İnanılmaz derecede kendime güvenmeye geçebilirim
Çok seviyorum
Ama zaman zaman kalpsiz hissediyorum
Dışa dönük biriyim ama yalnız olmayı tercih ediyorum
Aynı anda hem iyileşiyorum
Hem acı çekiyorum
Acıyı kaldıramadığımda, iyiymiş gibi davranıyorum
İstemeden alınan çiçekleri seviyorum
Planlamak zorunda olmadığım randevuları,
Güvenceyi,
Uzun mesajları seviyorum
İlgi göstergelerini ve küçük sürprizleri seviyorum
Ve sevmiyormuş gibi davranmaktan yoruldum
Ama böyle yapmazsam, hayatta kalamazmışım gibi geliyor
Hiçbir şeyin olmadığını söyledin diye, gerçekten iyi olacağın anlamına gelmez ki
Değişim sancılı...
Ama hiçbir şey, ait olmadığın bir yere sıkışıp kalmaktan daha sancılı değil
Ama bazı hayaller, bazı planlara bol gelir
Elimden başka hayaller, ve ek işler de geldi
Rüzgarda hayli üflediğim dilekler
Ama ben her sevincin içinden, hep kaygıyla geçmekle cezalandırılmışım
Kaç yıl yaşadığımı net olarak bilmiyorum
Kaç kişiye seslendiğimi, kime döndüğümü
Nasıl olduğumu bilmiyorum, niye olduğumu
Hangi sıraya girdiğimi,
Ne beklediğimi
Kimden yanayım, kim içinim,
"Kime ne"yim bilmiyorum
İşin kötüsü ne yalan söyleyeyim
Merak bile etmiyorum bunları
Ben değişmedim
Duyduklarımın,
Gördüklerimin arasındaki dengesizliği fark ettim
Ben genel olarak uzatma taraftarı hiç olmadım
Benimle olan yürür,
Ortaksa paylaşır,
Dinlerse duyar,
Duyarsa anlar,
Anlamaya çalışmıyorsa, zaten anlamaz
Yola çıkmamışsak, zaten yürümek anlamsızdır
Eğer başka bir yerde daha iyisini bulabileceğini düşünüyorsan, serbestsin
Hiç kimseyi beni seçmeye zorlayamam
Sana engel olmam
Hayat kalmak istediğinden emin olmayan birine tutunmak için çok kısa
Ben özgürlüğe inanıyorum
Eğer kalacaksan, kalbini dinlediğin için olsun
Benim seni istediğim için değil
Bir şeyler kopuyor benden
Bir yerler yırtılıyor içimde
Hiçliğe meyil veriyor her şey
Yeni yeni çözüyorum ezberi bozulan saatleri...
Her şeyin birbirine karışması var ya şimdi
Gökyüzünün yağmurla yeryüzüne kavuşması
Bulutun tutup, toprağı kucaklaması
Geçmişin şimdiye,
Şimdinin yarına ermesi
Şimdi seninle aynı uzağa baksak ikimiz
Sessizliği iki kere erteleyemeyiz
Sahi, dedim ta içime,
Kimseyi incitip soldurmayan,
Ömrünü sonsuz umutlarla yürüyüp,
Saçlarından yıldızlar savurarak dolaşan birileri,
Hâlâ yaşıyor mu bu gezegende?
İnsan kendisinden ümidi kestiğinde, bir aşk icat ederdi yaşayabilmek için
Sana bu pembe bulutları göstermek istiyorum gecede
Ama görmüyorsun
Gece olmuş
İnsan neyi görebilir ki?
Senin hiçbir zaman okumayacağın bu şiirde anlatılmak istenen,
Unutmak uzun sürsün
İnsan kimseye sırt çevirmesin
Anlaşılmak için çırpınmadığı o yeri bulsun
Kendinin Ağacı- Seyyidhan Kömürcü/ Sadece Şiir Sayı 1 Ekim-Aralık 2019, Haziran-Eylül 2022, Temmuz-Eylül 2023
Mesnevi, Divan-ı Kebir (901)-Mevlana/Nesib
Eğer şu cihan, tamamıyla yok olsa, ne gam!
Sen gözden uzak düşünce,
Göz de senin arkana takıldı gitti.
Can, gözsüz kaldı da kanlar saçmaya başladı.
Bana inciler yağdırasın diye, toprak kesildim sana
Başımı kaşıyasın diye, kıl gibi inceldim sana karşı
Elimi tutasın diye, varlığımdan el yudum...
Gönlüme gelesin diye, hayale döndüm
Gönül doğusundan ay gibi doğup baş gösteresin diye, gece-gündüz aşıklığa düştüm,
Aşkla yakalar yırttım.
Güzellik ilkbaharın beni de bahara döndürür dedim de, bahar bulutları gibi gözyaşları döktüm
Balık olmadıktan sonra, eline deniz geçmiş neye yarar?
Elimde taş yok
Kimseyle savaşım yok benim
Kimseyle kavga etmiyorum
Şu dünya can gibiyse,
Biz canın da, canına can olmuşuz
Şu gökyüzü başsa, onun aydın iki gözüyüz biz
Ne vedaya gerek var, ne de mektuba hacet
Seninle Cehennem ödüldür bana
Nereye gizlendimse aşikâr oldum,
Hedefte gördüler sensiz iki gün
Dertler avcı oldu, ben şikâr oldum
İnsafsız vurdular sensiz iki gün
Armağan ettiğin kutsal mendile,
Akarken içimi dağlayan çile,
Manavgat denilen çağlayan bile,
Benim gözyaşımdan durgun sayılır!
Alemde gam kişiye demâdem gelir gider
Her kişiye belâ yükünü çektirir felek
Kimdir ki bu cihâna müsellem gelir gider?
(Etrafı, dünyayı ve hayatı doğru okumaktır bütün mesele. Dünya hayatı bir uykudan ve hayâlden ibarettir.
Tut ki, hayâlinde sultan oldun, tut ki hayâlinde dilenci oldun. Uyandığın zaman ikisi de geçici olacağına göre ele geçmiş olan her şey sonsuz ve hakiki hayata başladığın zaman rüya hükmüne gireceğine göre ne diye gam çekersin?)
Nergis meğer ki bildi vefâsız-durur cihân
Bâğın yolunda gözleri pür-nem gelir gider
Göz yum cihândan, aç gözünü kendi hâline
Sen göz yumup açınca bu 'âlem gelir gider
(İçinde bulunduğumuz dünya hayatında safa geç gelir tez gider.
Hâlbuki elem sıkça uğrar, biraz da zor gider. Dünya hayatının tabiatı o, çünkü ta işin başında)
Yaşamak Sakinlik İster (Kendini Kendinden Kurtar)- Özgür Bacaksız
Başkalarını kurtarma peşindesin hep. Başkalarının yürüdüğü yollar meşgul ediyor aklını. Başkalarının düşüncelerinde gölge karakterleri oynuyorsun sürekli...Kendi güneşini kapatarak, başkalarının bahçelerinde çiçek olma derdine düşüyorsun. Bütün bunları yaparken, kendine hiç uğramıyorsun bile. Onunla savaş, bununla mücadele et derken sonunda hayatından oluyorsun yine.
Bir yılgınlık halinde, pes etmenin o sahte dinginliğine teslim olmak üzeresin. İnanmaktan, ve yanılmaktan, hak etmediğin halde kırılmaktan, elinden geleni yapsan da, ellerinin boş kalmasından yorulmuş, içinde karanlığın daha da yayılıp, seni kuşatmasına izin vermektesin.
Bu ilk değildi.
Sen işler zora girdiğinde,
Yanında kimseyi göremediğinde,
Evlerin ışıkları ışıl ışılken,
Herkes yerinde mutlu, birbiriyle huzurluyken,
Işığı oldukların seni karanlığa hapsettiğinde,
Her şey bitti dediğinde,
Ve bunu kimseler işitmediğinde bile yürümeye devam ettin.
Düştün
Kendini kandırdın
Yanıldın
İnancını sakladın
Aldatıldın
Ama asla aldatmadın
Her şeyden ve herkesten umudunu kestin
Ama kendinden kesmedin
Değişmedin
Çirkinleşmedin
Herkesleşmedin
Her şeyi gördün
Her şeyi yaptın
Hayatta kaldın
Olay bu değil mi?
Hayatta kalmak.
-Olay sonsuza kadar hayatta kalmak değil. Acıyor.
En güvendiğin insanlardan kötülük görüp üzülmen, güçsüz biri olduğun anlamına gelmez. Fizik kurallarına göre, sırtını dayadığın nesne birdenbire giderse, sen de o yöne doğru devrilirsin. Yani bunun güçsüzlükle alakası yok.
Biliyorum, korkuyorsun...Kafanın içindeki sesleri susturmak istiyor, beceremiyorsun.
Kendin olmak ağır geldiği için, başka biri gibi davranıyorsun.
Kendini sürekli ağladığın için güçsüz, başına kötü şeyler geldiği için şanssız hissediyosun.
Aynada kendini görünce, kendi gözlerinden kaçıyorsun.
Kaçarsan, o şeyi kendine düğümlersin. En umulmadık yerlerdeki anlarda, yüzleşmek zorunda kalırsın.
Şikayet edersen, o şeye büyüteç tutarsın. Daha fazla ve daha büyük oranda yaşarsın.
İzin verirsen, o şeyi serbest bırakırsın. Ya hayatından çekilir, ya çözümlenir.
Neye direnç gösterirsen, onu hayatında başrole oturtursun.
Neyi akışına bırakırsan, onu hayatından sorunsuzca gönderirsin.
İşte bu yüzden,
Sessiz ve sakin bir izleyici olmayı öğrenmek gerek
Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var- Ataol Behramoğlu/ Benden Sonra Mutluluk, Yalan Yollar, Seçme Yollar- Özdemir Asaf/ Çile- Necip Fazıl Kısakürek
Başım
Artık onu taşımak çok zor
Başım,
Günden güne kayıtsız bana
Dalında bir yaprak gibi dönüyor,
Acı rüzgarların çektiği yana...
Çocukluğum
Çocukluğum bu kadar bir şey aslında
Biraz sevinç,
Biraz keder
Biraz yalnızlık
Ve büyü
Çocukluğum bu kadar bir şey aslında
Biraz güneş, biraz gökyüzü
Gide gide
Geldim hep kendime
Bendim hep ben
Kendimi kovalayan
Ve kaçan
Beni bundan böyle
Beklese beklese
Hüzün bekler,
Çağırsa çağırsa,
Hüzün
Neden mi?
Neden olacak..
O kadar gezilip görüldü ki...
Hep ben bir şeyden,
Bir yer'den
Bir kimse'den uzaktaydım
Ve kendimden
Yollar kıvrıla kıvrıla gitmemeye başladı artık
Bırakmak daha kolay bir yeri,
Ama daha çabuk kesişmeye başladı artık
Karşılaştırmadan kestirme gidiyor, dönüyor yollar
Bir su başındaki,
Bir dağ yolundaki ışık, artık kedilerin yansıtan gözleriyle bakıyorlar
Kazalar da olmasa kaçamaklı,
Hızlı ve aşık,
Belki de insanlar yollarda hiç karşılaşmayacaklar
Bundan böyle insanlar,
Yollarına döşendikçe bu kısalık,
Sanırım ölümde bile birbirleriyle buluşamayacaklar
Bir bölünmez ki insan,
Onu zaman bölüyor
İnsan her an dirilip,
Her saniye ölüyor...
Adının üstüne
Anılar koyma
Sen mezar değilsin
Anılar,
Adının ardından gelsin
Sen duvar değilsin
Dünya Lekesi- Seyyidhan Kömürcü
Kalbi kırık bir ok nereyi vurabilirse, orası oluyorum bazen
Sakardır kalbim
Öyle ki,
Hayatı sevme tehlikesi geçiriyorum bazen
Yarım dalgın
Ve kusurlu geldim ben buraya
Hayat hep tuhaf bir yapışkanlıkla kaldı boynumda
Dedim kırk sesle
Nereye gitsem,
Ben dik,
Gölgem kamburdu bu dünyada
Ben biraz yavaş
Günde beş defa hiçbir şey yapmayan biri
Ben biraz en üzgün
Yoksa benzeri sözcüklerle de kırabilirim kalbimi
Beni sanki sızılı bir kitabın tam ortasında unutmuşlar
Doğru hatırlar ama yanlış unutur insan
Yanlış unutmuşsun
Hiçbir şey unuttuğun gibi değil diyorum sana
Düşerken biçim almış bir gövdeydim
Beni ancak düşerken sevebilirlerdi
Ne zaman her şeyi ölse birinin,
Kendini ölümlerde yaşar, kalır o
Ne zaman bir kendisi ölse birinin,
Ölümlerde kendini yaşar, kalır o.
Durup dünya diyorum
Bazen dönmüyor da
Düşüyormuş gibi geliyor bana...
Bir kere düştüğü yeri, sonra da hep arıyor insan
Düştüğü yere de, hep sonra gidip bakmak istiyor insan
Çünkü yapraklar sevgilim
Düştükten çok sonra inanırlarmış- Artık ağaçta olmadıklarına
Çünkü yaprağın daldaki boşluğu,
Yine o yaprağın kendisi kadar...
Biliyorsunuz
Bazı fotoğraflarda canı sıkılan bir ağaç gibi bakıyorum dünyaya
Umduğum felaket bu değildi diyorum
Çok baktım ama seyretmedim sonra hiçbir şeyi
Dedim
Belki de bir yere üzgün üzgün bakmaktır dünya...
Diyarbakırda resim öğretmenliği yaparak hayatını kazanıyor
Kendisini başarılı bir şair hatta yeni kuşağın en başarılı şairi sayılabileceğini söylüyorlar